Konu: CUMHURIYET'IN KADINLARI

Forum: Sizden Bizden Paylasimlar

Konuyu açan: Bence68


Bence68 - 8/6/2009 Saat 07:35

' Ataturk ve kadin devrimi' konusunda, pek cok kitapta
bulunabilecek bilgileri, kronolojik bir duzen icinde
art arda siralamak yerine, bu konunun bendeki
izdusumlerinden, cagrisimlarindan, birikimlerinden bir
kesit sunacagim. Yani, bir bakima ''sesli
dusunecegim''.

Bir toplanti icin geldigim Istanbul'da, kaldigim
otelin yemek salonunda kahvalti ederken karsimdaki
masada oturan ve Arap ulkelerinden birisinden, turist
olarak geldikleri her hallerinden belli olan bir aile
gordum. Uc cocuk, bir erkek ve yalnizca gozlerini
acikta birakacak sekilde, yuzunu simsiki pecelemis bir
kadindan olusuyordu bu aile. Adam ve cocuklar rahatca,
hatta biraz gereginden de fazla bir rahatlikla,
neredeyse doke-saca yemeklerini yerken, kadin buyuk
bir sikinti icinde, basini iyice one egerek, bir
eliyle agzini burnunu orten ortuyu birazcik kaldirip,
oteki eliyle de ortunun altindaki agzina bir seyler
sokusturmaya calisiyordu. Bir yandan da arada bir
cevresine tedirgin, urkek bakislar firlatiyordu.
Tipki, gizlice bir seyler yiyen ve her an yakalanma
korkusu icinde olan, urkek bir kediye benziyordu.

Kadinin cektigi, bu yemek yeme iskencesini icim
burkularak izlerken birden bire, iki elimi kullanarak
ve agzimi bulma guclugu cekmeden, rahatca yemek
yiyebilmenin, ne buyuk bir mutluluk oldugunun ayrimina
vardim. Bu, o zamana kadar hic ayrimina varmadigim bir
mutluluktu.

Cunku ellili yillarda dogan benim kusagim, Cumhuriyet
doneminin icine dogmustuk ve boylesine, kadini dis
dunyadan ve cagdas uygarliktan soyutlayan ortunme
zorunlugu, bizim icin cok gecmislerde kalmis, uzak ve
karanlik bir golgeydi. O anda, acik pencereden giren
deniz ruzgari saclarimi tarayip gecti, gunesin
aydinligini ve sicakligini tum yuzumde duyumsayip,
Ataturk' e yurek dolusu tesekkur ettim ve ''Ataturk'un
Hatira Defteri'' adli kitaptan okudugum, daha 1916
yilinda Turk kadini konusunda, onun dusundugu ve daha
sonra da buyuk bir kararlilikla hayata gecirdigi su
dusuncelerini animsadim:

''Kadinin egitilmesi, ortunun kaldirilmasi, kadinin
calisma hayatina girmesi'' ( Sukru Tezer , Ataturk'un
Hatira Defteri, Ank. 1972, s. 75)

Sonra da ''Soylev ve Demecler'' inde yer alan su
sozlerini, yine yuregim sukran duygulariyla dolarak
bir kez daha dusundum. Ataturk orada, Turk
kadinlarinin ortunmesi ve erkeklerden kacinmasi
konusunda soyle diyordu: ''Bazi yerlerde kadinlar
goruyorum ki, basina bir bez veya bir pestemal veya
buna benzer bir seyler atarak, yuzunu-gozunu gizler ve
yanindan gecen erkeklere karsi ya arkasini cevirir
veya yere oturarak yumulur. Bu tavrin mana ve medlulu
nedir... Efendiler, medeni bir millet anasi, millet
kizi bu garib sekle, bu vahsi vaziyyete girer mi... Bu
hal milleti cok gulunc gosteren bir manzaradir. Derhal
tashihi lazimdir'' (30 Agustos 1925 - Soylev ve
Demecler, c. 2, s. 217).

Bunlari dusundugum kahvaltidan sonra hazirlanip
toplanti salonuna gittim. Bilimsel bir toplantinin
yapildigi o salonda kadin konusmacilarin sayisi,
erkeklerden bir fazlaydi. Her zaman bana cok dogal
gelen ve ustunde hic durmadigim bu durum da bana
Ataturk'un yine ''Soylev ve Demecleri'' nde yer alan
su sozlerini animsatti: ''Bugunun gereklerinden biri
de kadinlarimizin her hususta yukselmelerini temindir.
Binaenaleyh kadinlarimiz da alim ve mutefennin
olacaklar ve erkeklerin gectikleri butun derecat-i
tahsilden gececeklerdir. Sonra kadinlar, hayat-i
ictimaiyede erkeklerle beraber yuruyerek, birbirinin
muin ve muzahiri olacaklardir'' (31 Ocak 1923, Soylev
ve Demecler, c. 2, s. 85-86).

Ataturk'un bu dusuncelerini sozde birakmayip toplum
yasamina gecirdigi, ilk mutlu kusagin aydinlarindan
olan Mina Urgan ''Bir Dinozorun Anilari'' kitabindaki
su satirlariyla, bu uygulamalara soyle taniklik
ediyor: "Mustafa Kemal, kadinlari hep yuceltiyordu.
Kadinlari dislayan bir milletin cagdas olamayacagini,
uygar bir ulkede kadinlarin, erkekler kadar onemli bir
rol oynayacagini vurguluyordu.

Kadinlari toplum disi tutmak, onlari asagilamak
egilimi, o sozum ona 'Demokrat' Parti'nin iktidara
gelmesi ve gericilige odunler verilmesiyle, ancak
1950'den sonra basladi. Bense, cocuklugumu ve
gencligimi bu donemden once, baska ve cok olumlu
kosullar altinda yasadim. Simone de Beauvoir, 'on ne
nait pas femme: on le devient' (Insan kadin olarak
dunyaya gelmez, zamanla kadin olur) der. Ben bu
olumsuz anlamda, hicbir zaman kadin olmadim, yani
erkekler tarafindan ezilmedim. Kadin olmanin
ezikligini degil, keyfini yasadim ancak'' (Mina Urgan,
Bir Dinozorun Anilari, Ist. 1998, 20. baski, s. 119).
Ben de oyle.

Iste bu konuda, bir baska goruntunun bana
dusundurdukleri: Yaz dinlencemi gecirdigim
Buyukada'da, sik sik Arap ulkelerinden gelen turist
ailelerle karsilasirim. Bir gun bunlardan sisman, orta
yasli, iri-yari bir erkek, carsafli gozlerini acikta
birakacak sekilde peceli iki kadin ve dort cocuktan
olusan bir aile ilgimi cekti. Bir aksam ustu, cay
ictigim otelin bahcesindeki havuz basinda oturan bu
aileye, daha dikkatli baktigimda, kadinlardan
birisinin gozlerinde, kucuk bir kiz cocugu gordum.
Oteki yetiskinlerin yaninda sikintiyla oturuyor,
durmadan kipirdiyor, bir yandan da bahce duvarinin
yaninda seksek oynayan, ailenin cocuklarini izliyordu.
Derken bir ara kalkip onlarin yanina gitti. Bir zaman
seyrettikten sonra da dayanamayip, takilip dusmemek
icin carsafinin eteklerini toplayarak, iki kez
sicrayip o da oyuna katildi. Sonra da yine basladigi
gibi birden oyundan cikip, suclu gozlerle cevresini
denetleyerek, masaya geri dondu. Daha sonraki
gunlerde, daha cocuk sayilabilecek bu genc kizin, o
adamin ikinci esi oldugunu ogrendim ve uzun zaman, suc
isler gibi bir kacamak yaparak seksek oynayan, bu
''kucuk kadini'' unutamadim. Sonra da su dusuncelerle
hep urperdim: Eger 1926'da ''Medeni Kanun'' Meclis'ten
cikmasaydi ve bu kanunla kucuk yasta evlenme ve cok
eslilik kaldirilmasa, evlilik bicimi karsilikli olarak
uygar bir anlasmaya donusturulmese, bosanma mahkemece
verilen bir yargiya baglanmasa ve kalitta, mirasta
esitlik saglanmasaydi; sozunu ettigim bu trajik
goruntu ve bu sagliksiz uygulama, bizim icin de dogal
sayilacak ve ulkemizde de gecerli olacakti. Ustume
karabasan gibi coken bu dusuncelerden sonra ozel
yasamimda ve toplum icinde kadin olmanin sikintisini
yasamadigim ve kendime duydugum ozguveni de cok dogal
buldugumdan, o zamana kadar farkina varmadigim,
kadinlar icin ekmek kadar su kadar dogal ve gerekli
olan bu haklar icin Ataturk'e gonul borcumuzu bir kez
daha derinden duydum.

1930'da belediye secimlerinde, 1934'te de milletvekili
secimlerinde, kadinlara secme ve secilme hakkinin
taninmasinin onemini ise o yillarda Avrupa, Amerika ve
Asya'daki bircok ulkede, kadinlarin bu haklara sahip
olmadiklarini ogrendigim zaman, cok daha iyi
anlayabilmis ve Ataturk'e karsi bilincimden ve
yuregimden damitilmis ''minnettarligimizi'' bir kez
daha sundum.

Simdi de Ataturk'un Turk kadinlarinin onunde actigi bu
isikli ve aydinlik yolun sonucu olarak ''kadin ve
egitim'' konusunda, su ozet bilgileri siralamak
istiyorum: ''Cumhuriyetin kurdugu genel ve esit cagdas
egitim, Turk kadinlarinin toplumsal konumunun, insan
onuruna yarasir bir duzeye cikmasinda, cok buyuk
etkide bulunmustur. 1923'te 6 ve daha yukari
yaslardaki kadin nufusun yalnizca yuzde 0.4'u
okur-yazar iken bu oran 1927'de yuzde 4.6'ya cikmis,
1935'te yuzde

9.8'e, 1950'de ise yuzde 19.4'e ulasmistir. 1990'da bu
oran, yuzde 70'i bulmustur. Cumhuriyet'in getirdigi
egitim kurumu, ozellikle kadin nufus icin toplumda
yukselmenin temel kanali olmustur. Bugun yurdumuzdaki
bir milyonu askin yuksekogrenimli bilimsel ve teknik
elemanla, serbest meslek sahiplerinin yuzde 29.4'u
yani yaklasik ucte biri kadindir.

Turk ulusu ilk kadin hukukcusuna 22 Agustos 1924'te
kavusmustur.

- 29 Nisan 1929'da, Nezahat ve Beyhan hanimlar, ilk
Turk kadin yargiclar olarak gorev almislardir.

-20 Temmuz 1926'da ilk kadin dis hekimi Saziye Yusuf
Hanim diploma almistir.

- Ilk kadin hukumet tabibi olan Mufide Kazim' in
atanma tarihi, 13 Kasim 1932'dir.

Bugun Turkiye'de yuksekogrenim gormus nufusun yuzde
25.2'si, yani her dort yuksekogrenimli yurttastan biri
kadindir. Yuksek ogrenim kurumlarina devam etmekte
olan ogrencilerin de yuzde 35'e yakini bayan
ogrencidir.''

Ataturk'un cumhuriyetle birlikte gerceklestirdigi
devrimlerin, Turk kadinina ve Turk aile yasamina
getirdigi cagdas duzeyi, Cumhuriyet'in Onuncu Yili'nda
yani 1933'te, lise onuncu sinif ogrencisi olan Prof.
Dr. Hamide Topcuoglu 'nun uzun yazisindan bir bolumle
bitirecegim yazimi:

''... Biz gercekten ayricalikli idik. Yani o kucuk
dunyamizda 'kiz ogrenci' olmak gibi bir itibar
fazlaligimiz vardi. Butun buyukler erkeklere
gostermedikleri bir takdir fazlasini bize
ayiriyorlardi. Kadinlarin kamu yasamina, sosyal
iliskilere tam bir yetki ve kisilik ozgurlugu icinde
katilmasini amac edinen Cumhuriyetin onculeriydik
biz... O zamanin kiz cocuklari olarak ne rahat bir
atmosfer icindeydik. Nasil bir mucize olmustu da
kendimizi bir 'ikinci cins' olarak gormek hic aklimiza
gelmemisti''...


Dr. MUHSINE HELIMOGLU YAVUZ

Bu konunun yazarı : Dostsesi - Stimme der Freundschaft
http://www.dostsesi.com/forum

Bu sayfanın URL'u:
http://www.dostsesi.com/forum/modules.php?name=eBoardbh&file=viewthread&fid=22&tid=98