Cocugumuzun gözlerine en son ne zaman baktik...
Sadece onu cok sevdigimizi düsünerek, iyiki bizé verilmis oldugunu
hissederek seyrettik mi onu ...
Ona sürekli olarak ne yapmasi gerektigini ya da yapmamasi gereken seyleri
söylemek disinda, onunla gercekten ne kadar vakit geciriyoruz. Onu
sevdigimizi, ne kadar hissedebiliyor. Bazen bütün gün birlikte oldugumuzda
bile, gözlerinin icine onu farkettigimizi ve onu seyretmekten mutluluk
duydugumuzu hissettirerek bakabiliyormuyuz?
Yaramaz diye diye yaramazlastirdigimiz cocuklarimiz
Birlikte zaman gecirmek, ayni anda ayni mekanda olmak midir sadece?
Biz kendi gündemimizi yasarken, kafamizin icindekilerle bogusurken, onun
varliginin ne kadar farkinda olabiliyoruz. Sadece yaramazlik yaptigi
zamanlardami fark ediyoruz onu ... Her sey yolundayken, hicbir problem
yokken, onun farkina varmakta neden zorlaniyoruz bu kadar. .. Yalnizca
olumsuz davrandiginda fark edilmek, bu tür davranislarin devamina yol acmaz
mi? Neyi beslersen o büyümez mi? Ve seyredilen her oyun sürekli sahnelenmez
mi aslinda...
Biz ebeveynler neden bu kadar körüz?
Bir kosusturmanin ve akip giden hayatin icinde onun büyüdügünü
görebiliyormuyuz? Ne kadar zaman oldu yürümeye basliyali, ilk cümlelerini
söyliyeli kac dogum günü gecti? O bebekken biz yetiskinmiydik gercekten? Ne
kadar farkina vardik, anneligimizin, babaligimizin? Ne kadar tadini
cikarabildik büyüme zamanlarinin? O büyürken biz ne kadar ögrendik, ne
kadar fark ettik hayati? Kendimizi gördügümüz aynalar degistimi?
Baskalarina gösteremedigimiz tepkilerimizin muhatabi hep onlar mi oldu? O
uyudugunda, pismaliktan basiucunda agladigimiz oldu mu? Tövbeler ettik mi
defalarca, yarin farkli olacak diye? Bir daha ona kötü davranmiyacagim
diye. Bir daha ona hic kizmiyacagim diye, tövbeler ettik mi?
Cocuklarimiz deneme tahtasi degil
En cok sevdigimiz, en cok incittigimiz de onlar oluyor ne yazik ki.
Sabrimizin en kolay tastigi sular hep onlara dogru akiyor. Hic kimseye
gösteremedigimiz yüzümüzü, hep onlara sakliyoruz sanki. En özenli
davranislarimizi ellere sunarken, en hoyratlarini onlarda kullaniyoruz. Tüm
maskelerimizi onlarda kaldirirken, tüm sansürlerimizide onlara uyguluyoruz.
Sürekli deneme yanilmalarla kurdugumuz terbiye anlayisimizin sonuclarinida
yine onlar yasiyor. Kararli duramadigimiz kararlarimiz ve gelip giden
vicdanimiz arasinda gidip geliyoruz. Ona nasil davranacagimizi ve onu nasil
terbiye edecegimize dair kaliplarimizi devamli olarak degistiriyoruz. Bir
kerede ögrensin istiyoruz. Bir söylemeyle düzelsin diye bekliyoruz. Kac
kere tekrarladigimizin sayisiyla öfkelenip, onu anlamamakla sucluyoruz.
Kendimize anlatamadigimiz ve degistiremedigimiz onca seyi ne cabuk
unutuyoruz. Sevmedigimiz bir aliskanligimizi degistirmemiz kac yilimizi
aliyor. Sürekli söylendigi halde ya da sikintisini ve olumsuz sonuclarini
hala yasamamiza ragmen, neden degistiremiyoruz. Aliskanliklarimizin
kolayciligindan kurtulmamiz bu kadar zorken, neden onlarin bir kerede
anlamasini istiyoruz. Onlarin da nefsi oldugunu mu unutuyoruz acaba...
Kosulsuz sevmek cocukla baslar
Aslinda, ne celiskili bir durumdur anne baba olmak. En cok dogruyu onda
yapmak isteriz, en cok hayali onun icin kurariz ama, en cok hatayida yine
onda yasariz. En hassas oldugumuz, kimseye dokundurmadigimiz da onlar, ama
en cok kirdigimizda onlar oluyor. Insanin en sevdigine, istemeden bile olsa
nasil zarar verdiginin en dramatik örnegidir, anne baba olmak...
Duygularini gösterebilmeyi, ifade etmeyi, kosulsuz da olsa sevebilmeyi anne
baba olduktan sonra ögrenmeye calisir insan. Karsisindaki kocaman yürekli
kücük insan, bunu gözleriylede olsa talep eder. Vermezsen davranislariyla
tekrar tekrar ister. Olmayinca problem cikararak kendini ve ihtiyaclarini
göstermeye calisir. Bazende ifade eder, beni sev, beni fark et diye...
Ciglik atmaya baslar duyuramazsa eger. Sana nasil sevecegini de, nasil
ifade edeceginide ögretir. Yeter ki, gözlerinin icine bakip, onu yeniden
kesfet, yeniden sev doyasiya, ifade et, dile getir duygularini…
Ertelenmemis, zamaninda muhatabina ifade edilmis sevgi, cocukluk
yaralarina bile iyi gelir.