Deprecated: Function set_magic_quotes_runtime() is deprecated in /www/htdocs/w00c089c/dostsesi.com/forum/includes/mx_system.php on line 22

Deprecated: preg_replace(): The /e modifier is deprecated, use preg_replace_callback instead in /www/htdocs/w00c089c/dostsesi.com/forum/includes/mx_api.php on line 315

Deprecated: preg_replace(): The /e modifier is deprecated, use preg_replace_callback instead in /www/htdocs/w00c089c/dostsesi.com/forum/includes/mx_api.php on line 315

Deprecated: preg_replace(): The /e modifier is deprecated, use preg_replace_callback instead in /www/htdocs/w00c089c/dostsesi.com/forum/includes/mx_api.php on line 1415

  Çarşamba, 07. Mayıs 2025 01:33   User Online: 45 

Üye bilginiz

Üye merkeziniz

Özel Messajiniz

Ziyaretçi defteriniz

Üye lerimiz

Forumda çikiş

Forumlar

Genel

Kültür

Atatürk

Türkiye

Bilgilendirme

Spor

Site ve Radyo

Arsiv II Genel

Arsiv Kultur

Resim
Manzara -11Dostluk 4AslanSevimli2Dostluk Resimi 8Cicek -3Fantazi Resim 10TatliKaranfil -1Goek_Bayrak.jpgManzara -13Dostluk Resimi 5SevimliCrested-Pigeonkopek-resimleri4.jpgSevimli 9Fantazi Resim 5Sevimli 12Fantazi Resim 8Sevimli 15

Portal Menüsü
Bilgiller
Bilgi ekle
Ekart
Pano
Haberler
Takvim
Resimler
Şiir
Fikra
Bizi tavsiye et
Site Anket
Site kural Impressum
Download tavsiyeler
 Link Tavsiyeler
Bize ulaşım

Türkiye tanitim - Türkei Sisteme girmen gerek

En son aktif olan: 6/5/2025 Saat 22:32

Aşağı git
« Ön  Diğer »
küçükten büyüğe do;ğru sırala büyükten küçüğe doğru sırala      print
Konuyu açan: Konu: Beşikte tanışırız türkülerle
Ziyaretçi

Ziyaretçi
red_folder.gif Yazılış Tarihi: 14/1/2008 Saat 14:09  
Hayatımızdaki her duygunun karşılığını türkülerde buluruz. Acıyı, gamı, kederi, hüznü, mutluluğu, memleket özlemini, hasreti, neşeyi. Hepsi türkülerde saklıdır. Türküler bizim dilimizdir. Biz sussak da onlar bizi en güzel şekilde anlatır. Türküler samimidir, sahicidir. Yüzyıllardır türkülerle anlatılmıştır duygular. Onlar eskimez, değerini yitirmez. Hayatın tüm renkleri türkülerde saklıdır. Türkülerle seviniriz, üzülürüz, kederlenir, coşar, ağlarız. İşte hayatı türkü tadında yaşamak budur

Beşikte tanışırız türkülerle. Hamurumuz türkülerle yoğrulur. Mışıl mışıl derin uykulara onun kollarında dalarız. Bizi sakinleştiren, içimize huzur veren bu tılsımlı türkülerdir. Türkülerle olan dostluğumuzun, kader birliğimizin başlangıcıdır bu. İlk türkümüzdür ninemizden duyduğumuz ninniler.

Eledim eledim höllük eledim,
Aynalı beşikte balam bebek beledim.
Büyüttüm besledim asker eyledim,
Gitti de gelmedi canan buna ne çare

Memleket özlemi içimizde büyüyen bir yangındır. Biz gurbette içimizdeki bu ateşle yaşarız. Gurbetin mavi sularına yaslanan şehir manzaraları, hiçbir zaman belleğimizden silmeye yetmez memleket hayalini. Gözümüzde tüter memleketin taşı, toprağı. Ah deriz. Bir varsam memleketime. Kavuşsam anama, babama, kardeşlerime ocağıma, toprağıma. Geçmez gurbette günler, uzadıkça uzar zaman.

Hacı Taşam emmim demiş ya

Allı turnam bizim ele varırsan
Şeker söyle kaymak söyle bal söyle
Gülüm gülüm, kırıldı kolum
Tutmuyor elim, turnalar ey
Ah gülüm gülüm turnalar ey

Eğer bizi sual eden olursa
Boynu bükük benzi soluk yar söyle

Hayatın dertleri, sıkıntıları omuzlarımıza çökmüştür. Umutsuzluk esir almıştır bizi. Bir ışık, bir tutunacak dal olsun isteriz. Bizim için yaşam dert yüküdür. Bu yükün altında ezildiğimizi hissederiz. Birisinin bizi dürtmesini Haydi yılgınlığa kapılma sen üstesinden gelebilirsin. demesini bekleriz. İşte bu, bizim türkümüzdür o zaman.

O zaman da asrın ozanı Mahzuni
Ne ağlarsın benim zülfü siyahım
Bu da gelir bu da geçer ağlama
Göklere erişti feryadım ahım
Bu da gelir bu da geçer ağlama

Annemizin sevgisine, şefkatine, sıcaklığına, tebessümüne ihtiyacımız vardır. Onun özlemini çeker, yanında, dizinin dibinde olmak isteriz. Başımızı göğsüne yaslayıp huzuru içimize çekmek isteriz. Bizi katıksız seven tek varlıktır annemiz. Bir tarhana çorbasının kokusu bile bazen onu hatırlatır bize, canım annem nerdesin dediğimizde işte bu bizim türkümüzdür o zaman.

Ağlama yar ağlama anam
Mavi yazma bağlama
Mavi yazma tez solar anam
Yüreğimi dağlama

Elma al olanda gel anam
Ayva nar olanda gel
Hasta düştüm gelmedin anam
Bari can verende gel

Düğünler neşeyi, sevinci çağrıştırır. Ancak bu neşenin, coşkunun içinde ayrılık ve bir de hüzün vardır.Gelinin son gecesidir bu ana-baba ocağında. Kardeşlerinden, annesinden babasından ayrılacak, kuş misali yuvadan uçacaktır.İşte bu da o ayrılığın türküsüdür.

Kınayı getir anam
Parmağın batır anam
Bu gece misafirem
Yanında yatır anam

Evleri evlerine benzemez yolları yollarına dağları dağlarına benzemez. Gurbete gelin gitmek daha da zordur. Hem ana baba ocağından ayrılmak hem de memleketten, hasret daha da büyür, ayrılık ateşi daha da yakar insanı. İşte o zaman şu türküyü söyleriz içli içli.

Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler
Uçan da kuşlara malum olsun
Ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı
Ben köyümü özledim

Düğün sevinçtir coşkudur dedik. Her ne kadar içinde ayrılık da olsa düğünlerde bu coşkuyu bu sevinci doyasıya yaşarız. Halaylar kurar, horonlar teperiz. Türkülerle yaşarız bu coşkuyu. Onlar neşemizin ve sevinçlerimizin türküleridir.

Halay başı kim çeker
Bir incecik kız çeker
Kız yolunu şaşırmış
İnşallah bize gider

Halaylım yâr halaylım
Maşrabası kalaylım

Bayramlar değerlerimizi hatırladığımız, kısmen de olsa yaşamaya ve yaşatmaya çalıştığımız müstesna günlerdir. Unuttuklarımızı hatırladığımız ve hatırlandığımız günlerdir.Gözlerimizi kapayıp geçmiş bayramları düşünürken, eski bayramların hazzını bir kere daha duyar ve koskoca bir tarihimizi daha doğrusu kendi ruhumuzu, kendi anlamımızı ve kendi değerlerimizi bir kere daha yaşarız. Bu itibarla da bayram günlerinde âdeta gönüllerin tasalarıyla zevklerinden meydana gelen bir türküyü beraber dinler gibi oluruz. Küslük olmaz artık bu günlerde.

Şu mübarek günde küsmek olur mu
Uzat ellerini bayramlaşalım
Tanrı selamını kesmek olur mu
Uzat ellerini bayramlaşalım

Düşmüşse içine sevda ateşi, canansız hayat olmuşsa senin için ızdırap, gece gündüz terk etmiyorsa hayali sevgilinin seni, kavuşmak senin için yaşamak olmuşsa, hele de gizli sevda çekiyor, söyleyemiyorsan aşkını, işte o zaman seni, ancak sevda türküleri anlar.

Karadır kaşların ferman yazdırır
Bu aşk beni diyar diyar gezdirir
Lokman Hekim gelse yaram azdırır
Yaramı sarmaya yâr kendi gelsin

Bir güzel söz bekleriz sevdiğimizden. Onun sevgimizi, sevdamızı anlamasını isteriz.Gözümüzün yaşı onun için akar yüreğimize doğru. Sevgiliyse umursamaz ne bizi ne de sevgimizi. Sitemimiz onadır, duyar da bizi anlar diye söyleriz türkümüzü.

Coşkun çaylar gibi çağlamayan yar
Gönlünü gönlüme bağlamayan yar
Benim bu halime ağlamayan yar
Daha ağlamasın öldükten sonra

Bir haber bir mektup bekleriz sevdiğimizden. Bekleyişimiz yar ile bizi ayıran yollar kadar uzundur. Ama bizim sabredecek gücümüz yoktur. Bir an önce gelsin isteriz yardan bir haber bir mektup. Sevdiğimiz gelemezse de razıyızdır. Yeter ki yıkılmasın isteriz umutlarımız.

Kara tren gelmez m'ola
Düdüğünü çalmaz m'ola
Gurbet ele yar yolladım
Mektubunu salmaz m'ola

Bizi ayakta tutan, adım atmamızı, hayata tutunmamızı sağlayan ve her şeye rağmen dayanmalısın diyen umutlarımızdır. Kaybettiğimiz her şeyin yerine yenisini koyabiliriz. Yeter ki umut olmasın kaybedilen.Yitirirsek umudumuzu, hayatın rengi solar, güzellikler yok olur gider gelmemek üzere içimizden. İçimizdeki umudu beslemeli, yeşertmeliyiz. Kendimizi güçsüz, neşesiz, yalnız daha da önemlisi tatsız tuzsuz hissettiğimizde, işte içimizdeki umudu yeşertecek türküler dinleme zamanıdır.

Ağlama gözlerim Mevla kerimdir
Her daim rüzgar böyle de kalmaz
Dermansız dert olmaz sabreyle gönül
Geçer bu ahuzar böyle de kalmaz.

Aslında türkülerimizin en güzel türküsünü zifiri karanlıkta ayak sesinden şiirin hasını tanıyacak kadar şairliğinden emin olan, ancak bir köy türküsü duyduğunda şairliğinden utanan Bedri Rahmi EYÜBOĞLU şu mısralarla söylemiştir.

Şairim zifiri karanlıkta gelse şiirin hası, ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam, şairliğimden utanırım
Ah bu türküler, türkülerimiz, ana sütü gibi candan, ana sütü gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla, köyümüz köylümüz memleketimiz
Ah bu türküler köy türküleri,
Dilimizin tuzu biberi
Memleket ahvalini onlardan sor kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i
Öleni, kalanı, gidip de dönmeyeni...
Ben türkülerden aldım haberi
Ah bu türküler, köy türküleri
Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak, hilesiz hurdasız, çırılçıplak...
Dişisi dişi, erkeği erkek
Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara, bıçağı bıçak
Ah bu köy türküleri, karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi...
Kiminin reyhasından geçilmez, kimi zehir gibi, kimi zemberek gibi...
Ah bu türküler, köy türküleri...
Ne düzeni belli, ne de yazanı...
Altlarında imza yok ama, içlerinde yürek var

Türküler sevda kokar, türküler hasret kokar, türküler Anadolu kokar, türkülerde memleketimin hüznü, sevinci, üzüntüsü, neşesi vardır.

Sevgiyle
Member
Member

Rojin
Cevaplar: 174
kayıt olmuş: 11/9/2006
Durum: Çevrimdışı
Cinsiyet: Bayan
red_folder.gif Yazılış Tarihi: 15/1/2008 Saat 01:23  
HASTANE ÖNÜNDE İNCİR AĞACI

Hastane önünde incir ağacı
Doktor bulamadı bana ilacı
Baş tabib geliyo zehirden acı

Garip kaldım yüreğime dert oldu
Ellerin vatanı bana yurt oldu
Mezarımı kazın bayıra düze

Benden selam söyleyin sevdiğim gıza
Başına koysun, karalar bağlasın
Gurbet elde kaldım diye ağlasın


Hastane Önünde İncir Ağacı

Komşu kızı ile beşik kertmesi olan bir genç askerde vereme yakalanır. Hava değişimi olarak Yozgat'a (Akdağmadeni) gelir. Sözlüsünün ailesi gence kızlarını göstermek istemez. Genç tedavi için İstanbul'da hastaneye yatar, pencereden gördüğü incir ağacından aldığı ilhamla aşağıdaki türküyü söyler.Yakalandığı amansız hastalıktan kurtarılamayarak hastanede ölür. Ailesi cenazesini Yozgat'a getiremez., İstanbul'da kalır.




____________________
Dört Sey Geri Gelmez Atılan Ok, Söylenen Söz, Kacırılan Fırsat ve Gecen Zaman ...
Profiline gir Web siteyi ziyaret et Bu üyenin tüm mesajlarını göster Cevap 1
Member
Member

Rojin
Cevaplar: 174
kayıt olmuş: 11/9/2006
Durum: Çevrimdışı
Cinsiyet: Bayan
red_folder.gif Yazılış Tarihi: 15/1/2008 Saat 01:34  
Hem Okudum Hemi de Yazdım

Hem okudum hemi de yazdım
Yalan dünya senden bezdim
Dağlar koyağını gezdim
Yiten yavru bulunur mu


Yavru yitmeye görsün bir kez. Bulunmaz. Değil dağların koyağı, ırmakların kaynağı, yaylaların çimeni, ovaların çiçeği, hiç bir şey, hiç bir kişi geri getiremez onu. Ehh ana yüreği bu. Dayanması zor. Dağlara düşüp araması doğal; ne ki giden geri gelmez. Şundan ki, yiten candır. Alıp yerine koyamazsın. Nefesin sonu çıkmaya görsün boğazdan bir kez. Dönüşü olmaz. Ama, ağlamak, döğünmek, türkülere sığınmak da insanların kendi elinde.


Türkümüze öykü olan olay, 1930'larda Çorum'un Osmancık ilçesinin Hacıhamza kasabasında geçer. Kasabada köklü bir aile yaşar o yıllarda. Bu ailenin de Mehmet Bey adlı bir oğlu vardı. Mehmet Bey, geniş omuzlu, kaytan bıyıklı, iri kıyım bir delikanlıdır. Çevresindekilere yaptığı iyiliklerden ötürü de herkesin saygısını, sevgisini kazanmıştır. Yeni evlendiği eşiyle de çok iyi anlaşmaktadır. Hele eşi ona nur topu bir oğlan çocuğu doğurduktan sonra da daha mutlu olmuştur. Bir çocuk ki gözleri yumuk yumuk. Uzun, upuzun saçlar, tombiş bilekler. Anası bir yanını kendine benzetiyor; babası bir yanını. Bak Mehmet diyor karısı "çenesi, kafa yapısı, ağzı sana benziyor, gerisi bana" Mehmet Bey: "Ya parmakları" diyor. "Bak bak serçe parmaklarında eğrilik var. Tıpkı seninkiler gibi. Ama uzunluğu da bana benziyor parmakların". Çocuk daha bir mutlu ediyor aileyi. Evin havası birden değişiyor. Gelenler, gidenler çoğalıyor. Dosta ahbaba teller çekiliyor.


Bir oğlumuz oldu" diye. Uzaktan mektuplarla kutlayanlar. Sözün özü; evde bir şenlik, bir şölen. "Aaaa... İzmir'den Nurettin Amcalardan tel geldi. Kutluyorlar. Bu da Adana'dan Niyaz'lerden geliyor. Bu tel de Çorum'dan, ama tebrik teli değil. Bak hele Mehmet neymiş? "Şey Hükümet teli bu. Bir iş için çağırıyorlar. Gitmek gerek. Hükümet işi ihmale gelmez. Tez zamanda gitmeli' diyor Mehmet Bey. Vakit öğleyi geçkindir. Ama olsun Hükümetin çağrısı gecikmeye gelmez. Tez elden gitmeli. Varıp anlamalı işin aslını. Adamlarına seslenir. İki at eyerlemelerini söyler. Karısına da "İşim biter bitmez dönerim. Hem yavruma da ufak tefek bir şeyler alırım. Sana da giyecek gerekli. Elbiselerin bol geliyor üstüne. Gelen gidenimiz olur bu günlerde.


Ele güne karşı ayıp olur. Bir kaç elbiselik alırım. Anamı da unutmamak gerek. İlk torunu kadının. Nasıl da yoruldu gebeliğinde senin. Meraklanmana gerek yok. Çorum ne çeker ki. Akşam Osmancık'a varırız. Sabahın erinde ordan çıksak, karanlık çökmeden tutarız Çorum'u.


Mehmet Bey bir yandan bunları söylüyor; bir yandan da kucağına aldığı oğlunu seviyor. Kokluyor, öpüyor, bağrına basıyor. Bırakamıyor çocuğu kucağından. Ş aha kalkıyor, demeye kalmadan, silahlı iki kişi atlıyor yola. Saç-sakal birbirine karışmış, iki dağ adamı bunlar. Yolun dar boğazı. Yana yöne kaçacak yer yok. Ancak geri dönülebilir. Mehmet Bey de ona davranıyor. Ama, daha atını dönderir döndermez iki kişi de orada peydahlanıyor. "Canınızı seviyorsanız davranmayın. Kurşunu yersiniz yoksa. Boşaltın ceplerinizi, atlarınızı da bırakıp, koyulun yola" diye ünlüyorlar. Mehmet Bey bakıyor kaçış zor. Teslim olup, parasını silahını, atları vermek de işine gelmiyor. Gurur meselesi yapıyor. Bir anda atıyor kendini yere, silahına sarılıyor. Adamı da atıyor attan. Seyip kalan atlar, kişneyip tepiniyorlar. Aynı anda da kurşunlar vızılamaya başlıyor. Mehmet Bey bir ağacı siperlemiş kendine, basıyor tetiğe. Adamı da sol yanından ateşliyor silahını. Vuruşma epey sürüyor. Mehmet Bey'in de adamının da kurşunları azalıyor.


Daha dikkatli kullanmak zorunda kalıyorlar kurşunlarını. Çok geçmeden onlarda bitiyor. Eşkıya azgın. Bir iki kez yine teslim çağrısını yapıp, basıyorlar kurşunu ardından. Mehmet Bey'den bir "Ah" sesi yükseliyor. Yığılıp kalıyor bir kenara. Adamı derseniz ağır yaralı yıkılıyor yere. Neden sonra ayıkıp bir bakıyor ki sağ yanında yatıyor Mehmet Bey. Cansız. Üstü başı kan içinde. Kendisi de yaralı. Cepleri boşaltılmış. Silahları da yok yanlarında.


Haber Hacıhamza kasabasına ulaşınca, anasını, karısını, hısım-akrabasını bir ağıt tutuyor. Kimi beşikte yatan üç günlük yavruya üzülüyor; kimi Mehmet Bey'in yiğitliğini dillendiriyor. Kişiliğini övüyor. Sonra tüm bu duygular, bir türküye dil oluyor. Hacıhamza kasabası da Osmancık ilçesi de dar geliyor Türküye. Yankılanıyor, yankılanıyor.




____________________
Dört Sey Geri Gelmez Atılan Ok, Söylenen Söz, Kacırılan Fırsat ve Gecen Zaman ...
Profiline gir Web siteyi ziyaret et Bu üyenin tüm mesajlarını göster Cevap 2
Ziyaretçi

Ziyaretçi
red_folder.gif Yazılış Tarihi: 17/1/2008 Saat 08:43  
ne hapishaneler olsun,ne de türküsü yakılsın!

Türkülerimiz... Yaşamı etkileyen; iz bırakan, yoğun duygular yaratan... Kuşaktan kuşağa taşınan... Türkülerimiz… Ana sütü gibi candan, ana sütü gibi helal…

Bir de hapishane türküleri…

Hapishaneler… Halkımızın bağrında yüzyıllardır kanayan bir yara. Bundandır türkülerimizin değişmeyen konularından birinin hapishaneler olması.
Osmanlı zindanlarında kaldı "ah"ımız.

Prangalar, zincirler, kürek mahkumluğu…

Osmanlı saltanatının hüküm sürdüğü dönemlerde yazılan türküler, ağırlıklı olarak o dönem yaşayan eşkiyalar, isyancılar ve külhanbeylerini işler ve de doğallığında zindenleri (ya da zindan olarak kullanılan kaleleri.)
Kimi ‘Sepetçioğlu’ türküsündeki gibi firarı anlatır.

Çok zamanlar çektim kahrı zindan
Bize de mesken oldu Sinop’un hanı
Firar etme ile buldum ummanı
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz.
Sinop Kalesi’nden uçtum denize
Tam üç gün üç gece göründü Rize
Aldım mavzerim yöneldim düze
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz

Kimi ‘Yedikule’ türküsünde olduğu gibi zindanda çekilen çilenin zorluğunu anlatmanın yanında, her şeye rağmen uslanmaz dikbaşlı külhanbeyi kültürünü yansıtır:

Haber uçtu devlete de
Beş yıl yattım hapiste
Yedi düvel zindanından
Beterdir Yedikule

Nargilemin marpucu da
Gümüştendir gümüşten
Beş değil onbeş yıl olsa
Ben vazgeçmem bu işten

Kimi hapishane türküleri, ‘Drama Köprüsü’nde olduğu gibi dışarıdan içeriye yollanan sözsüz selamı anlatır.

Mezar taşlarını Hasan koyun mu sandın
Adam öldürmeyi Hasan oyun mu sandın
Drama mapusunu Hasan evin mi sandın
At martini Debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mapusunda Hasan dostlar dinlesin

Ve elbette acıları anlatır zindan türküleri. Kürek mahkumluğu, prangalar, zincirler… Hepsi Osmanlı zamanından -yer yer biçim değiştirerek de olsa- bugüne taşınan zulüm ve eziyet uygulamalarıdır. Bunlar da türkülerde dile gelir.

Mapusun içinde üç ağaç incir
Elimde kelepçe boynumda zincir
Oy zulum zulum başımda zulum uzak git ölüm
Zincir sallandıkça her yanım sancır
Yatarım yatarım gün belli değil
Oy zulum zulum başımda zulum uzak git ölüm
Kimimiz onbeşlik kimimiz kürek
İdam cezasına dayanmaz yürek

Zindanlar Hapishaneye Dönüşüyor

Cumhuriyetin kurulmasından sonra zindanlar, günümüzde devam eden şekliyle “kapatarak cezalandırma” temelinde kurulan hapishanelere bırakır yerini.

İlk zamanlar ortaya çıkan türküler, ağırlıklı olarak sosyal nedenlerle tutuklanan yada hapse konulan kişileri, onların özgürlük sevdalarını, kederlerini, acılarını ve sevinçlerini işler. Tutsağa sabırla dayanması öğütlenir. Sabahattin Ali’nin dizeleri türkü olur:

Dışarda deli dalgalar
Gelir duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül aldırma

Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah’a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül aldırma

Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Mapus yata yata biter
Aldırma gönül aldırma

Bazen mapusta biriken öfkeyi anlatır:

Çıkar çıkar parmaklıktan bakarım
Konya seni ataşlara yakarım
Birgün olur ben buradan çıkarım
Yandım mapushane yandım senin elinden

Hapishaneler, duyguların-değerlerin sınandığı bir deney tahtasıdır diğer yanıyla. Seven-sevmeyen ayrışır; dost-kardeş belli olur.

Mapus damı kara taştan
Gözüm kurumuyor yaştan
Göklerdeki uçan kuştan
Haber saldım almadın mı?

Zor günlerde belli olur
Seven ile sevmeyenin
Dertlerine derman olur
Kardaş nedir bilmedin mi?

Ozanların Tutsaklığı

Hapishaneler üzerine yakılan türküler çokçadır.Yüzlerce yıldır ne acılar yaşanmış ne çileler çekilmişse şu ya da bu ölçüde türkülere dökülmüştür. Hapishane türkülerinin çok olmasının bir nedeni de budur.

Cumhuriyetin kurulduğu günden bu yana geçen yıllarda değişmeyen tek şey, hapishanelerde uygulanan zulmün sürekliliğidir. Eşi, dostu, tanıdığı hapishaneye girmeyen; bu zulmü tanımayan kişi sayısı yok denecek kadar azdır.

Hapishane türkülerinin çokluğunun bir nedeni de zulüm sisteminin, halk ozanlarına-şairlerine duyduğu kin ve onların sırtından eksik etmediği zulümdür. Nazım Hikmet, Ahmed Arif, Enver Gökçe, Ruhi Su, Abdullah Papur, Mahzuni Şerif, Aşık İhsani… Hangi halk ozanımız-şairimiz hapishaneye girmekten ya da sürekli bununla tehdit edilmekten kurtulabilmiştir ki? Bir yandan hapishane kendi ozanlarını yaratırken, öte yandan onlar için de esin kaynağı olur. Mahzuni Şerif vurur sazın teline:

Darıldım darıldım ben sana canım böyle mi olacaktı
Vuruldum vuruldum baksana kanım yerde mi kalacatı
Mapushane içinde minderim kana battı
Yahu bu ne haldır öldüm yedi yıldır
Gardiyan çekti gitti
Dağ gibi ömrüm benim ne çabuk geçti bitti.

Ruhi Su da bir hapishane sevkini anlatır ‘Hasan Dağı’ türküsünde:

Gidiyor kalktı göçümüz
Gülmez ağlamaz içimiz
İnsan olmak mı suçumuz
Hasan Dağı insan olmak

Tutsak Olunur Kul Olunmaz

Hapishane türküleri kimi zaman toplumsal bir yakarışa dönüşmüş, kimi zamansa tutsak olana ya da onun yolunu gözleyen anaya, eşe, kardeşe, sevdalıya direnç aşılayan bir işlev yüklenmiştir. Türkülerimiz tutsak edilip dört duvar arasına konulsa da isyancıdır yine. Türküde anlatıldığı gibi tutsak olunmuş, kul olunmamıştır.

Tutsak oldum kul olmadım
Bir yanım rüzgarda benim
Ölünceye insanım benim
İnsanadır emeklerim

Elbette tutsak olunup kul olunmadığında, kazanan, insan iradesi olur. Duvarlar çaresiz kalır, demir kapılar parmaklıklar tutamaz “kul olmayan”ı.

Karanlıksın zulüm yatar bağrında
Korkuyorsun hücrem bu düzen gibi
Asırların izi taşında durur
Eskimişsin hücrem bu düzen gibi

Bazen Saz Bazen Söz Olur

Neyi anlatır hapishane türküleri? Hapishane türküleri ayrılığı-hasreti anlatır.
En zor gelen, insanı en çok saran duygu budur hapishanede. Ayrılık, hasretlik… Bu; sevgiliye, memlekete, mücadeleye, sıcak kavgaya duyulan hasretlik de olabilir; doğaya duyulan özlem de… Anaya, babaya, kardeşe, yoldaşa duyulan özlem de, her gün adımladığı sokaklara duyduğu özlem de... Hepsi içinde, yüreğinde durur insanın, mapusluk boyunca...

Sevdalınız hapistir
On yıldan beridir yatar
Yüreğinde hasret yüreğinde coşku
Yatar Bursa Kalesi'nde
Yüreği delinip gitmeden
Şarkısı tükenip bitmeden
Cennetini kaybetmeden
Yatar Bursa Kalesi'nde

Bazen bir eziklik kaplar insanın içini. Bu da dökülür türküye...

Dışarda mevsim baharmış
Gezip dolaşanlar varmış
Günler su gibi akarmış
Geçmiyor günler geçmiyor

Ahmed Arif "Akşam erken iner mapushaneye/ejderha olsan kar etmez" der ya, öyledir. O’nun şiirle anlattığını, bir Neşet Ertaş türküsü derinden hissederek ve hissettirerek anlatır:

Hapishanelere güneş doğmuyor
Geçiyor bu ömrüm, günüm dolmuyor
Eşim dostum hiç yanıma gelmiyor
Yok mu hapishane beni arayan
Bu zindanda öleceğim canım gardiyan
Birer birer yoklamayı yaparlar
Akşam olur kapıları kaparlar
Bitmiyor geceler olmaz sabahlar

Tutsaklıklar böyle eziklikleri fazla kaldırmaz ama… Zaten dört duvarla çevrilmiş, yoksunluklarla dolu bir yaşamın içinde olan tutsak; direncini korumak-artırmak için umuda sarılır inatla. Sevdaya sarılır…

Hapishane türküleri sevdayı anlatır.

Sevda; araya mesafeler, duvarlar ve demir parmaklıklar girse de, her şeye inat büyür ha büyür. Büyüdükçe sığmaz bir mapusa. Ne tel örgüler zaptedebilir onu, ne de duvarlar, parmaklıklar. Kuş kanadında gider, rüzgarın omuzlarına biner, dağ yelleri alır götürür onu gideceği yere.

Köyümde açmıştır şimdi
Nar çiçekleri özlem özlem
Yüreğimde sevda sevda
Türküler söylesem sana
Tel örgüler arkasında ulaşır m’ola
O en güzel yarınlara erişir m’ola
Kör baskılar karanlıklar
Demir kapılar taş duvarlar
Olsa da dört bir yanımda
Söylerim türkümü sana
Kuş sesinden dağ yelinden ulaşır sana
O en güzel yarınlarda erişir sana

Mektuplar

Hapishanede yatanın dışarıyla bağı hiç kesilmez. Bunun en temel iki yolu görüş günleri ve mektuplardır. Ama sadece bu değil elbette. Tutsak olan, hep dışarıyı taşır yüreğinde; dışarıdakilerle birlikte atar kalbi.

GÖRÜLMÜŞTÜR damgalı mektuplar uzatılır mazgaldan. Tutsağın yüreğinde bir kuş havalanır.

Ellerinle bana baharlar getir
Cıvıl cıvıl bir görüş gününde olsun
Bir mektup gönder bana bahar tadında
Baygın baygın ülkem koksun

Gelen mektup bir yanıyla "içeriye ulaşan dışarının soluğu"dur. Bir de beklenen mektubun gelmeyeceği tutar…

Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır
Bugün posta günü canım sıkılır
Ellerin mektubu gelmiş okunur
Benim yüreğime hançer sokulur

Görüş Günleri: Hüzün ve Coşku Bir arada

Görüş günleri iki duyguyu da taşır içinde. Tutsak olana ziyaretçiler gelir. Sevinçlidir ya, daha özlemini gideremeden biter ziyaret saati. Coşku yerini hüzne bırakır. Hapishane türkülerinde görüş günü işlenirken, kiminde “Bugün görüşme günüdür, çift camlardan ses gelmiyor” diye sıkıntılar dile gelirken, kiminde ise coşku ve hüzün bir arada işlenir:

Bugün görüş günümüz dost kardeş bir arada
Camdan cama mendil salla el salla merhaba
Bizim olsun mapushane duvarı
Seni senden sormalara doyamam ben
Yarım kalır cıgaramın ateşi
Gitme dayanamam

Ahmed Arif’in dizeleri vurur sazın teline, hücre hücre dolanır demir kapı kör pencere de;

Görüşmecim yeşil soğan göndermiş
Karanfil kokuyor cıgaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin
Haberin var mı demir kapı kör pencere
Yastığım ranzam zincirim
Uğruna ölümlere gidip geldiğim
Zulamdaki mahsun resim haberin var mı?

Türküler, görüş gününü, sadece tutsağın dilinden değil, gelen ziyaretçinin dilinden de anlatır elbet:

Göğü kucaklayıp getirdim sana
Kokla sevgili yar, kokla açılırsın
Solmuş benzin sararmış
Yorgun bir işçinin yüzüne benziyor yüzün
Oy mapusluk mapusluk
Sen içerde ben dışarda
Dur akıtma gönlün yaşını
Oy bana en uzak
Oy bana en yakın sevgili yar
Hasretine vur beni

Nasıl beklenen mektup gelmediği zaman bir ağırlık çökerse tutsağın yüreğine, beklenen ziyaretçi gelmediğinde de benzeri duygular yaşatır. Kaygıyla dolu bir bekleyiştir bu. Gelmesi beklenen ziyaretçinin gelmemesi üzerine yorumlar yapılır kendince. Hasta mıdır, parası mı yoktur?... Haber alana dek az ya da çok bu kaygılar yaşar tutsağın içinde.

Yarim salmış efkarını mapusa
Kendisi gelmez acep yollar kış mıdır
Hasret başını eğermiş adamın
Mapustan kalkan uzun bir havayım şimdi

Mapuslar İçinde Dayanışma Ve Kader Birliği

Kaygı duyulan sadece ziyaretten gelen haberlerle sınırlı değildir. Yanında yöresinde sevdikleri, dostları, yoldaşları yatar. Onların da acılarına ortak olur, sevinçlerini paylaşır. Karınca kararınca, elde olanları paylaşır, bölüşürler.

Gün olur birbirlerini bile göremezler. Koparıp ayrı ayrı hücrelere atmışlardır onları. Bir ses, bir haberle birbirlerine duydukları özlem daha da büyür. Aklının bir yanı hep orada kalır.

Mahsus mahal derler kaldım zindanda
Kalırım, kalırım dostlar yandadır
İk'elleri kızıl kandadır kanda
Ölürüm ölürüm kardeş aklım sendedir

Artar eksilmeyiz zindanlarında
Kolay değil derdin ucu derinde
Kumhan Irmağı’nda Karaburun’da
Bulurum bulurum kardeş öfkem kındadır

Devrimciler ve Direniş Türküleri

Devrimci mücadelenin başlaması ile tutsak devrimcilere yazılan ve onların yazdığı türküler söylenir diyar diyar. Bu dönemle birlikte hapishane türküleri daha çok mücadeleye bağlı olarak ortaya çıkar. Türkülerin beslendiği muhalif damar, devrimci özüyle birlikte gerçek yerini, sahibini bulur bu anlamda.

Devrimcilerin hapishanede yaşadığı birçok şey taşınır türkülere. Bu kimi zaman açlık grevi olur:

Metris'in içindeyim
Küçük bir hücredeyim
Anam beni sorarsa
Açlık grevindeyim

Bayraklar elden ele
Türküler dilden dile
Aramızda yer yoktur
Gözyaşı dökenlere

Yasaklar ve yokluklar diyarıdır hapishane. "Güneş bile yasak” olur. Sadece bir köşesine güneş vuran havalandırmada ısınmaya çalışan tutsaklara, kıyasıya dövülürken yasak edilir güneş de. Mızrap olup isyan vurur sazın teline…

Güneş bile yasak
İçim sarı sıcak
Duvarları deler
Sevdanın közü

Hapishane direnişleri anlatılır türkülerde, kahramanlıklar işlenir. Elbette yine sevdalar, ayrılıklar, özlemler…

Mapushane çeşmesi gülüm yandan akıyor
Hasretlik ince sızı yüreğimi yakıyor
Mapushane duvarında bir çift güvercin
Bugün efkarlıyım yarime haber verin

Hüzün işlenir ille de…

Hapishanenin türküleri
Hüzünlüdür biraz
Her dinleyişinde belki
Yüreğin burkulur için sızlar

Hapishanenin türküleri hüzünlüdür biraz ama bu kez türkülerin hamuruna daha çok direnç, daha çok umut ve yenilgiyi reddeden bir kavganın mayası katılmıştır. Katliamlarla birlikte, kazanılan zaferleri, ölüm orucunda bayraklaşan tutsakları da anlatır:

Ölümlere yatarım da
Başeğmem zindanlara
Duvarları kale olsa
Esir olur yine bana

Bazen, bir tutsak anasının açlığa yatan evladı için, yürek dilinden dökülen ağıdıdır; görüş kabinleri tanıktır.

Ne kadar da ufalmış bedenin
Gözyaşıma sığdın sen
Açlık mı yemiş ömrünü yavrum
Al sütümü iç kızım

Açlığa yatan tutsak cevaplar onu:

Eriyen bedenimi düşünme
Göğü giydim üstüme
Yüzünü asma keder ile anam
Yiğitler bitmez bizde

Yiğit duldasında yiğitler nasıl bitmezse, türküler de yiğitleri ve yiğitlikleri yazmaya devam eder elbet.

Gün olur namlulara göğüsleriyle karşı koyar tutsaklar. Kanlarıyla dolar hapishane maltaları. Kitaplarında teslimiyet yoktur; hücre hücre örülür direniş. Ve elde avuçta ne varsa onunla direnilir.

Kapatmışlar seni beyaz hücreye
Konuşmak gülüşmek yasaktır sana
Bir bedenin kalmış bir de inancın
Demir bir dolap silahtır sana
Karlı dağlar gibi dik tut başını
Gösterme yaranı çat kaşlarını
Kızılcık şerbeti içtiğin söyle
Kan kussan bile diren zalime

Ne Hapishaneler Olsun, Ne De Türküsü Yakılsın!

Hapishanelerin, baskı ve zulüm aracı olmaktan çıkacağı o güne dek belki daha pek çok hapishane türküleri yakılacak. Bizler de hapishaneler var oldukça yılmadan, inatla söyleyeceğiz türkülerimizi.
Cevap 3
Junior Member
Junior Member


Cevaplar: 92
kayıt olmuş: 6/11/2004
Durum: Çevrimdışı
posticons/thumbup.gif Yazılış Tarihi: 17/1/2008 Saat 08:55  
allah korusun;
amma velakin hayatimizda var.
allah dusurmesin....

amma ne guzel ifadelerki turkulerle dilimize dusmus.

sagolun bence paylasimlariniz icin... :thumbup:


____________________
kopan bir ipe, sımsıkı bir dugum atarsanız, ipin en saglam yeri artık bu dugumdur. ama ipe her dokunusunuzda, canınızı acıtacak tek nokta yine o dugumdur."
www.dostsesi.com
dunyaya acilan pencereniz
Profiline gir Web siteyi ziyaret et Bu üyenin tüm mesajlarını göster Cevap 4
« Ön  Diğer »        print
Yukarı git


mxBoard, © 2006 by pragmaMx.org, based on eBoard, XMB and XForum

0,052 saniye - 24 queries
Giriş

Kullanıcı Adı:

Şifre:

Sprache
Arabirim Dilini Seçin:

Almanca Fransızca Türkçe İngilizce
Son 5 Bilgi
Happy Birthday


Bugün hiçbir kullanıcımızın doğumgünü yok!
Etkinlik Takvimi
Mayıs 2025
  1 2 3 4
5 6 7 8 9 10 11
12 13 14 15 16 17 18
19 20 21 22 23 24 25
26 27 28 29 30 31  

Fuarlar
Toplantilar
Konserler
Festivaller
Kültür Sanat
Anma Günleri
Dogum günü
Dini Bayramlar
Özel Günler
Resmi Bayramlar
üye Puani
  1. Rojin: 10 976 Puanlar
  2. asliyok: 4 432 Puanlar
  3. HarmanYeli: 4 396 Puanlar
  4. KizilZora: 2 048 Puanlar
  5. life23: 1 675 Puanlar
  6. gokkiz: 1 657 Puanlar
  7. BirNefes: 1 048 Puanlar
  8. Erasmus: 984 Puanlar
  9. -Pozan-: 785 Puanlar
  10. Siyahinci: 623 Puanlar
Son Şiirler
SAKLI SEVDAM
(8316 okuma)
Hatırlarmısın .!
(11430 okuma)
Mektup......
(12257 okuma)
ANADOLU GARIBI
(12236 okuma)
SALKIMSÖĞÜT
(11960 okuma)
YAŞAMAYA DAİR
(12220 okuma)
SALKIMSÖĞÜT
(12404 okuma)
TOP Download
  1. AntiVir Personal - Free Antivirus
       [Hits: 1 020 x]
Link ler
  1. VOLKAN KONAK
  2. Yusuf Hayaloglu
  3. Full dizi izle

Bu sitedeki tüm logo ve markalar sahiplerinin malıdır. Diğer detayları Künye bölümünde bulabilirsiniz .

Haberlerimizi RSS kullanarak yayınlayabilirsiniz.

Bu site pragmaMx 0.1.11 tabanlıdır.

Yorumlar yazarların sorumluluğu altındadır,
geri kalan her şey © 2004 - 2025 by Dostsesi - Stimme der Freundschaft