Feryad Edip - Kırşehir yöresi
Aşık Said 1251 (1835) yılında Kırşehir iline bağlı Tokmen Köyünde
doğmuştur. Değirmenci Oğulları denen bir aileden gelmektedir.
Said, okuyup yazmayı önce köyün hocasından öğrenmiş, sonra 18 yaşlarında
Kayseri'ye giderek iki buçuk yıl medrese öğrenimi görmüştür.
Üç kez evlenmiş ve bir çok çocukları olmuştur. Bunlardan dördünün erkek,
birinin kız olduğu kesindir. Ayrıca bir oğlu ile bir kızının olduğu da
söylenmektedir. Adil ve İbrahim adlarındaki iki oğlu aynı günde ölmüş. Nuri
adındaki oğlu 1290 (1874) deki büyük kıtlıkta keme (domalan) toplamak üzere
Kızılırmak'ın karşı kıyısına geçerken sandalın devrilmesi sonucu boğularak
ölmüştür. Şairin kendisinden sonra yaşayan tek oğlu, O'nun gibi bir halk
şairi olan Aşık Seyfullah'dır.
Haşim adındaki bir kardeşi Silifke'de mutasarrıflık yapmıştır. Aşık Said,
Kızılırmak üzerinde kayıkçılık yapardı. Çiftçilikle de binicilik sevdiği
uğraşlardı. Emmileri de kayıkçılık yapıyormuş, öyleyse bu uğraş onlardan
gelmiş olmalı kendisine. O, bir taraftan kayıkçılık yaparken, bir taraftan
da ülkenin bir çok il ve ilçelerini dolaşmış ve sazına oralardan da teller
bağlamıştır. Dörtlüklerinde çok yerleri gezdiğini, <> dolandığını
bildiriyorsa da, adlarını saymıyor. Görüşmelerimizden ve şiirlerinden
çıkarabildiğimiz kadarıyla Ankara, İstanbul, Bursa, Eskişehir, Konya,
Kayseri, Maraş, Antep, Adana, Mersin, Silifke, Tarsus, İzmir, Manisa,
Haymana, Şereflikoçhisar, Aksaray, Keskin bunlardan bazılarıdır. Ayrıca
Yemen'e de gitmiştir. Gezdiği yerlerde etkilenme derecesine göre şiirler
yazmış, türküler, düzmüş.
Bölgedeki yaşlı ve konuya yakınlık duyan kişilerden Aşık hakkında
edindiğimiz diğer bazı bilgilerin de buraya aktarılması uygun düşer
sanırız.
Bir görüşe göre dôrt, bir gôrüşe göre altı yıl askerlik yapmış Yemen'de.
<> başlıklı şiirinde, asker olarak Yemen'e gittiğini belirleyen bir
açıklık yoksa da, bölgede askerlik hizmetini, Yemen'de yaptığını savunanlar
az değildir. Nitekim askerden sevgilisine yolladığı <> adlı
şiirindeki:
Leylayı yitirmiş Mecnuna döndüm
Yana yana ıssız çölü beklerim
mısraları askerliğini Yemen'de yaptığı şeklindeki görüşleri oldukça
açıklığa kavuşturmakta, buna <> şiirindeki :
Yemen'den karalı haber geliyor
Nice yiğitler de hasret ölüyor
sözleri de eklendiğinde, askeriliği Yemen'de yaptığı büyük oranda doğruluk
kazanıyor.
Türkü söylemeğe genç yaşında başlamış ve sözlerini sazının tellerine ustaca
dökmesini becermiş. Bağlama çalmayı kendi kendine öğrendiğini, küçük yaşta
başladığını söyleyenler çoğunlukta ise de, çocukluğunda komşu köylerden
birinde ünlü bir saz erinin yaşadığını ve bu usta kişiden öğrenmiş
olabileceğini ileri sürenlerde çıkmıştır. Bu kişilerin sözleri tahminden
öte geçmediği gibi, isim ve yer de bildirmediklerinden ve hayli azınlıkta
olduklarından Şair'in bağlamayı kendi kendine öğrendiği daha çok kesinlik
kazanıyor.
Kırk beş yaşına kadar sazını ilhamlarının dili haline getiren Aşık, bu
yaştan sonra çok sevdiği sazını bırakmıştır. Sazını erken bırakması iyi mi
olmuştur, kötü mü bilemeyiz. Gerçek şu ki, Aşık Said bu gün bağlama
tellerinden dökülen türküleriyle yaşayan ozanlardan biri. Türkülerinin
çoğu, memleketi olan Kırşehir ve çevresinde hala yaşamaktadır.
Derlenemediği için unutulanlar olsa bile. Ayriyeten incelemeler sırasında
Kırşehir folklorundaki yerini ve önemli payını saptamış bulunuyoruz.
Üstelik yaşadığı dönemde de türkülerinin yaygın ve tutulur olduğu
tartışmasız söyleniyor.
Genel kanı Aşık Said'in yanık ve çok güzel olduğu, türkülerini içinden
geldiğince okuduğu başladığını tamamlamadan geçmediği, dinleyenlerin ona
uyarak sessizce ve zevkle havasına girdikleri biçimindedir. Görüşmelerimiz
sırasında, bağlamayı ender bir ustalıkla çaldığını, bir söylediği parçayı
uzun bir süre geçmeden bir daha söylemediğini öğreniyoruz. Bize verilen
bilgiye göre, şu örnekler anlatılanları doğrular niteliktedir:
Bir düğünde davetliler arasında, zamanın önde gelen eski bir bağlama erbabı
da bulunuyor. İlkin bu sanatçı alıyor tezeneyi ve yumuluyor sazın göğsüne
ve tellerine. Çalıyor ve söylüyor. Dinleyenler mest oluyor, bir hayranlık
rüzgarı esiyor oracıkta. Sonra sıra genç Aşık Said'e geliyor, hem çalıyor,
hem söylüyor. Sesi ve sazı o kadar güzelmiş ki, kendisini ilk kez dinleyen
ünlü kişi bağlamasını eline alarak ayağa kalkmış, övgüsünü damgalar gibi
ortasından kırıvermiş herkesin önünde.
Gene bir gün, dört gelin kız su dolduruyor bir pınardan. Oradan geçmekte
olan Said, bir söğüdün gövdesine yaslandıktan sonra, <> diye başlıyor
çalıp çığırmaya, kızlar bu güzel, bu yanık, bu içten konser karşısında
testilerini yere çalarak beğenilerini açığa vuruyorlar.
Bütün bu özelliklerinin normal gereği ise, Said'i zamanın aranan, beklenen
kişisi yapmasıdır. Her taraftan sık sık ziyaretine gelenler olurmuş.
Çoğunluk ise avcı arkadaşları. Yaşlı bir köylü hem kendi gördüklerine, hem
de duyduklarına dayanarak şunları açıklıyordu bu konuda: Said'in deden
kalma bir odası varmış. Çevre köylerden ve daha uzak yerlerden Said'i
ziyarete gelenler eksik olmazmış. Gelenler dedesinin köy odasında
ağırlanır, bazen sabahlara kadar yarenlik edilir, çalınır, söylenirmiş.
Gelenler bu odada gecelerlermiş. Bundan da. anlaşılıyor ki Aşık'ın adı
biliniyor ye söylüyordu dillerde: <> şiirinde bunu kendisi de açığa
vuruyor:
<>
Said'in bir tutkusu da şahan. Ava çıktığında olduğu gibi, çıkmadığı
zamanlarda da elinde, omzunda şahanla dolaşırmış. Aşik'ın şahana olan sevgi
ve tutkusunu şiirlerinde de görüyor ve bize verilen bilginin gerçek olduğu
sonucuna varıyoruz:
Yavru bazım konmuş kolun üstüne
Dökmüş saçlarını belin üstüne
Şahinimi salmış idim yabana
Mail oldum ben bir kaşı kemana
Ün eyledim yüce dağlar salından
Gözü kara bir balaban kuş ile
Elde bazım kalktım keklik avına
Yol alanda Ağızboz'un dağına
Bir şiirinde de şöyle duyurur kolundaki Şahini:
Davet olsam dost köyüne okunsam
Yavru şahinimi kolda götürsem.
Bu örnekler dışında, şahan, şahin, balaban, baz gibi adlarla bu kuşlara
düşkünlüğünü belli eden satırlarına çokça rastlıyoruz.
Aşık Said'in, kadınlara olan eğilimi ayrı bir özelliği olarak çıkıyor
karşımıza. Ne var ki bu noktadaki görüşler şehre ve köye göre değişiyor.
Kırşehir'de kadınlara aşırı düşkünlüğün kanısı yaşarken, kendi köyünde,
<> şeklinde söyleyenlere rastlıyorduk. Gel gelelim şiirleri ve
hayatına ait kısa bilgiler birinci görüşü daha bir haklı çıkarır nitelik
taşıyor.
Gene köyünden edindiğimiz bilgiye göre dindar, namazını kaçırmayan, çok
dürüst ve doğru bir karakter adamı imiş. Zaten bu ve benzeri özelliklerinin
sosyal yanı olan bütün şiirlerinde, kuşkuya yer kalmayacak şekilde tam bir
açıklıkla görebiliyoruz.
Evet ozanın yaşadığı dönemle ilgili bilgiler şimdilik bu kadarla bitiyor.
Bitiyor ama, bir perde eksiğiyle ancak. Derken bir gün gelmiş, bağlamış
Said'i hasta döşeğine. Ne var ki, elinden ve dilinden alamamış türküsünü,
koşmasını, destanını. Söylemiş, yazmış hasta yatağında bile yaşlı Ozan. Hem
de geleceğini kestiren bir adamın acı gerçeklerini yaşıyordu artık. Biraz
yakınmalı, tersine minnetsiz ve üstelik korkusuz :
Yüklettin bahranı kaçarım diye
Kol kanat bağladın uçarım diye
Şu yalan dünyadan, göçerim diye
Kırdın kanadımı kolumu felek
Gözümden akıttım demü zarımı
Felek yaman aldın kolay yanımı
Vadem yetti ise gel al canımı
Sana minnet etmem bir canı felek
Şu yalan dünyada yolumuz büke
Çevirdim yönümü yalvardım hakka
Giydirdin gömleğe istemez yaka
Yolumu yolsuza düşürdün felek
Hasta döşeğinde böyle yazan Aşık, ardından minnet etmediği canını da
veriyor ve Toklumen'e gömülüyor. Yazık, fırsat buldukça gittiğimiz bölgede,
hele Aşık'ın kendi köyünde yaptığımız soruşturmalarda mezarının yerini
bilen kimse çıkmamıştır.
Öldüğünde 75 yaşındadır. Yıl 18 ikinci Kanun 1326 dır. (18 Ocak 1910)
Yastığının altından kendi el yazısıyla yazılmış <> de çıkmıştır:
Said bu rüyaya aldanama boşa
Götü azık bir gün gelecek başa
Senin günahların gökleri aşa
Sana baki değil bu Toklueğemen
Evet Toklumen ona da kalmamıştır. Zaten o da herkes gibi bu dünyada konuk
olduğunu biliyor ve şöyle açıklıyordu önceden:
Anamın rahminden yere düşmeden
Dokuz ay yaslandım handa misafir
Bu gün, geldim ise yarın giderim
Ben bir ulu kervan hana misafir
Gayri Aşık'ın da misafirliği de bitiyordu. Misafirliği bitmeyen ise onun
sözleri, sazından kalan seslerdi. Bu gün var olan, yaşayan iki gerçek.
*********************************
Feryad Edip
Feryad Edip Hiç Bir Dala Konmadan
Gönül Havadaki Dönen Kuş İmiş
Gam İle Mihneti Mesken Edindim
Bir Bakarsan Yalan Dünya Boş İmiş
Seher Vakti Bülbüllerim Ötmedi
Çok Rica Eyledim Sözüm Tutmadı
Bir Vakit Hoş Günüm Devran Etmedi
Kahpe Felek Kara Bağrım Taş İmiş
Allı Turnam Ayrılmazdı Katerden
Bahanam Yok Ayrılamam Kaderden
Dünyaya Bakmadan Gamü Kederden
Benim Başım Ne Belalı Baş İmiş
Seher Vakti Bülbül Başlar Figana
Hele Bir Nazar Kıl Fani Cihana
Nice Canlar Geldi Geçti Bu Hana
Güvenmeyin Dostlar Dünya Düş İmiş
Said'im Çekiyor Gam İle Keder
Hakka Aşık Olan Dünyayı Nider
Misafirhanedir Gelenler Gider
Yeni Bildim Yalan Dünya Boş İmiş
____________________
Türküler..
Cennet kadar sır, insan kadar zahir.