Bence68
Site kurucusu
Her biri bilinmez bir mezar şimdi.Mezar taşları ürpertir,ürkütür insanı.Ama
beni,o hassas melteme bile dayanamayacak kadar hafif vucutları,yüreklerinin
çektikleri,katlandıkları ve yaşadıkları dillere destan, ateş dolu, acı dolu
hayatları daha çok ürpertmiştir hep.Mezar taşlarından daha fazla.“Sen
ne güzel bulursun gezsen Anadolu’yu” demiş ozan.Demişya! Ne
yürekten demiş,ne Doğru demiş.Anadolum benim.Günde bin güzellik görüp,
birine vurulduğumuz.Gam ile dert ile yogrulduğumuz.Gök gözlü,güneş
yüzlü,derin sözlü,yarım özlü.Ekmek’ini el ile paylaşan, çarşambasını
sel alan, sevdiklerini el alan.Kor yürekli, demir bilekli,başı bulutlarda
yiğitlerin, vefalı, sadık,vefakar,örük saçlı, uzun boylu yapalakların,tuğ
sunaların, toraşamların, gül yüzlü güzellerin, ceylanların,efsanelerin, lav
gibi fişkıran yüreklerin, düğünlerin, halayların, türkülerin, ağaların,
beylerin, ozanların, ve dillere destan aşıkların diyarı anadolum. Anadolum
benim.Kerem ile Aslı’sı var,Ferhat ile şirin’i var, Leyla ile
Mecnun’u var,Elif ile Mahmut’u, Sürmeli bey’i, Şah
İsmail’i, Sümmani’si var. Dil hangi birine döner,yürek hangi
birine katlanır.Ve kalem hangi birini yazabilir. Yazıpta başedebilir ki.
İşte Senem ile yazıcı oğluda bu yürek yangınlarını çekmiş binlerce kor
yığınından sadece ikisi.
Tülü mayalar, kırk atlar koçlar, taylar kuzular, gökce gelinler ve koç
yiğitlerden kurulu yörük kervanı Binboğa dağlarının üstünden aşıp,
güneş’in kızıla boyanıp battığı Tanır yaylasına doğru ince bir çizgi
gibi, bir uçtan bir uca süzülüp geçti. Günlerdir at üstündeki aşiret
mensupları yorulmuşlar, bunalmışlardı.Ama yol bitmiş sınırın hemen
yanıbaşındaki konak yeri Yapalak görünmüştür. Akşamüstü yaylaya ulaşınca
kervanın en önünde giden tülü mayadan yaşlı bir yörük beyi sıçrayip
indi.Arkasinda uzanan kervana dur etti ve bagırdı. “Konak yerimiz
buradır.At lar baglana, denkler çözüle tez elden çadırlar kurula Allah
hayıra getire dedi”Yigitler atlarından, gelinler tülü mayalarından
indiler.Birkaç genç kadın, yörük beyinin indiği devenin yedeğindeki al bir
at’tan, genç bir kızı incitmekten korkar gibi tutup indirdiler
yere.Altına kilim serildi.Üstüne gölgelik çekildi hemen. Bağdaş kurup
oturdu genç yörük kızı yere.Omuzunun bir ucundan bir ucuna fişeklik
çevriliydi.Belinde gümüş saplı bir hançer takılıydı.İran ipeğindendi tüm
giysileri. Samur saçları başındaki yeşil berenin içinde toplanmış,
kenarlarından taşmıştı.Uzun boylu, beyaz tenli, simsiyah gözlü, ceylan
bakışlı, bakanın bir daha baktığı, gürenlerin yüreklerini yaktığı bir
ahuydu bu. Ne Tanır, ne Binboğalar nede bu küçük Yapalak, böyle bir güzele
çadır açmamış,böyle bir ceylana raslamamışlardı.Yayla böyle bir güzel
görmemişti.
Tez elden çadırlar kuruldu.Atlar kuzular koyunlar çayır’a
salındı.Beyin siyah çadırından geniş obası kuruldu.Tüfekler, sazlar asıldı
çadır direklerine.Ay orta yere gelip dolandı.Mehtap bir uçtan bir uca
ışığıyla doldu yapalak’a.Yörükler meydan yerinde yaktıkları,
gökyüzüne uzanan bir ateş yığınının başında, geceye teslim ettiler ilk
günlerini.
Ertesi sabah hemen duyuldu Tanır’a yörüklerin gelip
yerleştikleri.Adettendi, yerli halk gelip hoşgeldiniz derdi.Birkaç ay kalıp
sonra gidecek olan bu göçebe yörükleriyle kardeş gibi
geçinirlerdi.Hoşgeldine gitmek bölgenin ağasına düşerdi.Ağa yanına bölge
büyüklerini toplar,kadın’ını yanına alır, gider yeni misafirleriyle
tanış olurdu. Yine öyle oldu. Tanır’ın şanlı Bey’i Yazıcı oğlu
köyünün büyüklerini çağırıp, başlarınada oğlu Osman’ı katıp
hoşgeldine gönderdi yörük içine. Atlayıp atlarına, vardılar yörük yaylasına
yerliler.Yörükler hürmetle yürekten karşıladılar gelenleri.Koşup ağaya
haber verdiler.Kara çadırından önce ak saçlı yörük beyi,ardında o ahu
gözlü, fidan boylu ceren çıktı.Bir hançer gibi dikildi karşılarına.Başı
yularda iki eli böğründe Daha buyrun diyemeden, ziyaretcilerin başında atın
üstünde bir kartal gibi duran yemyeşil gözlü, kartal bakışlı çınar gibi
heybetli Osmana takıldı gözleri. Bir yıl gibi sürdü ikisi içinde bu
bakışlar. Bakıştılar.
Buyrun dedi yörük bey’i.Yanında hala,yere saplı bir hançer gibi duran
kıza döndü.Senem dedi: Atı tut kızım.Koştu Senem adetleri gereğince, gelen
kafilenin bey’i ile hanım ağasının atının yularına sarıldı.Kadında
Osmanda indiler atlarından. Tam kafile yörük illeri gelenekleri gibi halka
tutup oturdular.Hoş geldiniz edildi.Kahveler, katıklar içildi, konuşulup
tanışıldı. Ama iki genc’in aklı ve gözleri bir an bile ayrımadı
birbirlerinden. İşte diyordu Senem! Kendimi kollarına teslim edebileceğim,
erim, erkeğim diyebileceğim çınar gibi bir yiğit.İşte diyordu Yazıcı oğlu
Osman’a.Yazıcı oğlu Osmanda; Baba evine götürebileceğim, övünç duyup
yaslanacağım, bir ahu diyordu kendi kendine.
Akşama kadar kalındı yörük yaylasında.Geniş sofralar yazıldı yere, koyunlar
kızartıldı, katıklar yayıldı,yenildi içildi.Ama Senem le Osman bir kere
düşen bir kor yığını gibi, bakıp durdular birbirlerine.Akşam yörüklerden
ayrılıp Tanır’a dogru yola çıktıkları zaman,Osman yüreğinden bir
parçanın yapalakta kaldığını hissetti.Senem yüreğinden bir parçanın
kopartılıp alındığını, içinden bir şeylerin eksildigini sandı. Günler akıp
geçti.Ne Senem nede Osman unutamadılar birbirlerini.Bir bahane bulup
yeniden gidemedi Osman yörük çadırına.Senem obadan dışarıya ayak atamadı.
Ama seven yürek neler etmezki, her şeyin çaresi bulundu.Bir yörük kadını
yardım etti bey kızına Bey oğlu atlayıp atına Seneme koştu.Ay ışığında her
buluşup konuşmalarında daha çok yandı yürekleri,Daha çok sevdiler, daha çok
bağlandılar birbirlerine.
Sevda bu. Çaresi olmazsa sarartıp soldurur, öldürür adamı.Senem de Osman da
aynı ateşte kavruldular.Senem seviyordu ama çaresizdi.Biliyorduki babası
oba dan dışarı kız vermezdi.Töreler böyleydi.Osman düşündü, bir yörük
kızını eve almazdı babası. Kaçalım dediler bir gün. Yok dedi Senem. Kaçalım
dedi oğlan yok dedi Senem. Ben böyle bir ateşle yana yana ölürümde
kaçmam.Kaçıp yere yıkmam başını babamın.Babamın başını yere yıkamam. Başka
çare yok. Kaideleri yıkacak, iki sevdalıyı birbirine kavuşturacak, ağır
kuvvetli Yörük beyine bir dünür kafilesi gerekti.
Bir yiğit sararıp solar erir giderde,bir bey kadını hatun ana’sı
hissetmezmi.Gayrı sordular, Osman anlattı.Bir tek oğlanın derdine çare
bulmak,onu bu dertten bu acıdan kurtarabilmek için kaideleri bir bir yıktı
babası.Etraf çevrelerden ağalar toplandı.Dünür kafilesi ve hediyeler
hazırlanıp varıdı yörük ağasına. Bir sevinç bir umut düştü içine
senemin,bir sevinç doldurdu içini Osman ağanın.Ne kaldıki aha bugün olsa
yarın kavuşuverirler.Birbirlerine yakışan nazarlık bir çift olular.
Allah'ın emriyle dediler kızını istediler.Allah yazdıysa biz ne edek
velakin obamızın kanunları vardır. İhtiyarlarımıza soralım, bir kaç gün
izin verin düşünelim,iletiriz kararımızı.İsteriz ki kızımız oğlunuza kurban
ola,böyle bir beyin gelini ola.Ama töreler dediler.
Umut içinde döndü dünür kafilesi.Bir yangın düştü içine yörük beyinin.Ama
ölürde törelerini yıkmaz, aşiretin dışına kız vermezdi.Fakat bu çevrenin en
güçlü adamı dünür geliyor.Vermezlerse basarlar obayı alır kaçırırlar
kızı.Onlar basmadan biz kaçmalıyız dedi oba yaşlılarına. Hemen o gece
çadırlar söküldü, sürü toplandı, kervan hazırlandı.Ve Senem içi kan
ağlıyor.Bir ölüden farksız.Tüm oba yiğitlerinin arasında çekilip gittiler
Yapalaktan.Bir gecede toplandılar gittiler.
Ertesi gün tüm Tanırlılar boş buldular yaylayı.Bin yerinden hançerlenmiş
gibi inledi yıkıldı , bir ölüden ferksız oldu Osman. Her yana haberler
salındı, sözcüler gönderildi.Aylar yıllar sürdü bu arayış.Ama ne yörük
kervanının izine raslandı, nede Senemden bir haber alındı.
Yıllar geçti aradan yandı yıkıldı Osman, ama Senemden bir haber
alamadı.Talih’i her gün biraz daha karardı.Bir düğünde bir gözünü
kaybetti.Değen saçmalarla birlikte anası babası öldü.Günler yel gibi geldi
geçti.Onun içindeki yangın geçmedi unutamadı Senem’i.On yıl, yirmi
yıl, elli yıl, atmış yıl geçti, bir haber gelmedi Senemden.
Sonra bir yaz günü evinin önünde oturup çocuklarıyla oynarken; Köyün
çerçicisi bir ermeni vardı.O geldi koşarak yanına. Ağam dedi! Ağam kurban
olam haberler neki haberler.Desem yıkılırmısın yoksa sevinirmisin. Eski bir
yaraya tuz mu atarım. Anlat dedi Yazıcıoğlu.Anlat hele ne istersin.Haberin
hayırlıysa tarla veririm, değilse çek git.
Kozan’daydım dedi ermeni çerçi, mal satardım. Açmış oturmuştum
metamı, buğday almış kumaş verirdim.İki büklüm bir ihtiyar geldi
yanıma.Saçları ak, gözlerinin feri sönmüş bir ihtiyar kadın.Oğuk dedi
nerelisin.Tanırlıyım ana dedim. Osman ağayı bilirmisin dedi.Bilirim elbet
dedim.İnsan köyünün ağasını bilmezmi?
Kuşağından bir çıkını çıkarttı.Aha bu lapatan’ı elime tutuşturup,
Osman ağaya söyle Senem ananın selamı var, yüreği yüreğinle birdir.Kimseye
yar olmamıştır.Bir yayla kızı gibi sevmiş bir yayla kızı gibi sadık
kalmıştır de,Ama gayrı her şey geçti.gelip aramaya, arayıp sormaya de. Ağam
selam yerde kalmazmış getirdim sana, Gayrı sen bilirsin dedi ermeni
çerçi.Yüreğinde yetmiş yıl evvelin koru yeniden yandı.Osman Ağanın içinde
kaynar bir şey aktı.Altınlar tarlalar verdi ermeni çerçiye.At hazırlattı,
yanında iki adam düştü kozanın yoluna. Osman Ağa Senem le buluştumu bunu
bilmiyoruz ama, Maraş'ta Tanır da. Toros'larda,Avşar illerinde ne zaman bir
düğün kurulsa;Önce osman ağanın aldığı haberden sonra söylediği türküyü
söyler kadınlar erkekler.Yankıları Torosların Binboğaların ötesine doğru
yanık bir ses, yanık bir yürek. Nerede bir gece toplantısı olsa, yaşlılar
genç'lere Senem ile yazıcıoğlu Osmanın sevdalarını anlatırlar hep.
____________________
İnsan sevincin ürünüdür. Kötülüklerin, karamsarlıkların ürünü olamazki...
____________________
Türküler..
Cennet kadar sır, insan kadar zahir.