“Bir anne, evlâdını ne kadar sever? Ya da evlât ile annesi arasında
nasıl bir bağ vardır?”
İşte size bu sorulara cevap teşkil edecek bir hikâye anlatacağım:
Hindistan’da, bir anne geride birçok çocuk bırakarak vefat ediyor.
Çocukların babası, onların bakımı için bir müddet sonra evlenmeye mecbur
kalıyor. Ancak şefkatli baba, çocuklarının “üvey anne” elinde
mağdur olmasından da korkuyor. Kendisine sıkı sıkı tembihliyor, evlâtlarına
zarar vermemesini… Fakat çok öfkelendiği zaman, eğer illâ onlara
vuracaksa, eline tutuşturduğu şu kemik parçasıyla onlara vurmasını
istiyor.
Üvey anne, ilk zamanlarda çocuklar arasında fark gözetmemeye çalışıyor.
Ancak kendi çocukları dünyaya gelmeye başladığında, annesiz gariplerin her
yaptığı hareket kendisini rahatsız etmeye başlıyor. Öfkelendikçe de
kocasının verdiği kemikle habire onları dövüyor. Gel zaman git zaman,
aradan yıllar geçiyor. Annesiz büyüyen o çocuklar, serpilip büyürken, üvey
annenin kendi çocukları cılız ve pısırık hâlde kalıyorlar. Üvey anne, bu
işin içinde bir iş olduğunu düşünerek durumu beyine açıkça soruyor. Babanın
verdiği cevap şu:
“-Senin eline tutuşturduğum kemik, evlatlarımın annesinin
kemiği… Sen onlara kızıp bağırdıkça, onlar üzülüyorlardı. Ancak
kemikle vurmaya başlayınca, annelerinin bedenini hissediyor ve fark etmeden
onunla tesellî oluyorlar. Dolayısıyla onlar, zor zamanlarında, annelerini
hep yanında hissettiler. Bunun için bedenen zarar görseler de, ruhları
serpilip büyüdü!..”
Evet, gerçekten ibretlik… Belki bu sadece bir hikâye… Ama
bulunduğum ülkede, Azerbaycan’da, tam da bunu hatırlatan bir yaşanmış
olayla karşılaştım.
Azerbaycan’ın Gabela Şehri’nin bir köyünde, bir anne genç yaşta
amansız bir hastalığa yakalanmış. Karaciğeri tükenmiş ve kısa bir zamanda
vefat etmiş. Bu ağır hastalığı zamanında, ona kız kardeşi hizmet etmiş,
bakımını üstlenmiş. Anne, kardeşine, vefatından kısa bir süre önce şöyle
bir vasiyette bulunmuş:
“-Bilirim, çocuklara bakmak zordur. Bir gün gelir, senin de sabrını
tüketirler. Gün gelir, onu cezalandırmak istersen, ne olur, şu verdiğim
başörtüyü eline dola da öyle vur yavruma!..”
Teyze, “Aman hiç öyle bir şey yapar mıyım? Biricik yeğenime kıyar
mıyım?” dediyse de, anne:
“-Bu, benim vasiyetimdir. Senden başka bir şey istemiyorum!..”
diye tembihledi.
Bu amansız hastalığa yakalanmış anneyi toprağa verdikten sonra yıllar
geçti. Teyze, öksüz yeğenine sahip çıktı, ona geceli gündüzlü bakmaya devam
etti. Fakat çocuk bakımı, çok büyük bir şefkat ve merhamet ile engin bri
sabır gerektirir. Gün geldi, teyzenin sabrı taştı ve çocuğa bir fiske
attı.
Çocuk, önce şaşırdı, sonra ağlamaya başladı ve ağzından tek cümle
döküldü:
“-Hani bana annemin örtüsü ile vuracaktın teyze?”
Teyzesi, yaptığına bin pişman, bir daha yeğenine dokunmamaya yemin etti.
Belki, çocuğa, annesinin örtüsü ile sarılmış bir el dokunmuş olsaydı, o
tokadın acısını bu kadar hissetmeyecekti! Belki de annesi, o örtüyle
yavrusunun gözyaşlarını silmek istemişti. Kim bilir?
Ama ana vasiyeti, yavrusunu, öldükten sonra da şefkat kanadıyla sarmaya
devam etmişti.
Hatice Şahin
____________________
!! Dost Dost dedik nicesine sarildim Sadik Dost Kara toprakmis !!