ölümü bekleyen...
"onaltı yaşında bir çocuğun gözleri..."
...
Ellerimde dinmez bir sızının kırışık çırpınışı...Tenimde, gözlerimde,
yüreğimde; vurduğum, astığım, yaktığım bir hüzün. Hiç eksiltemedim hüznümün
yüzümdeki akışını.
Ağlamıyorum. Kanıyorum yalnız benliğimin içinde. İçimde eritemediğim, yok
edemediğim benliğimin acısı... Yalnızlığa kaçışlarda, sığındığım karanlıkta
ve suskuda, hatta gecede, şiirde, dağ düşünde bile kurtulamadığım, her
kaçışta biraz daha içine düştüğüm ölüm sancısı; tenimde, gözlerimde,
yüreğimde...
Küçücük bir insanın sancısı bu. Yılgın, yorgun savaşçılar gibi meydanın en
orta yerinde; öylesine yalnız, öylesine ıssız, öylesine silik... Yeni,
yepyeni bir kristal gibi, ince, şık ve güzel. Sanki yüzyıllardan
beri...Yüzyılların eseri bir kristal. Öylesine eski, öylesine unutulmuş...
Ve o kristal gibi elden kayacak, kırılıp dağılacak bir insan ve o insanın
küçücük sancısı...
Hayır, korkmuyorum! Azalıyorum solan güzün yüzünde. Yüzümde, yaşamdan
çaldığım, değil, ödünç aldığım hüzün tortusu. Ölümcül sızıları süzerek
günün kızıllığını taşıyan gözlerimden, yavaş yavaş hayatın içine
süzülmeli.... Şimdi bu ödüncü geri vermeli. Günün kızıllığına koşmalı
eey!...Gün olmalı, ölüme inat.
***
Yaşamı, ömür boyu akşam karanlığında, bir perde aralığından izlemek... Ve
eksikliğini gizlemek yüzünde, genç bir kızın sarılışını duyamamanın.
Oysa yaşam ne güzeldi...
Kırlangıç sürülerinin peşine takılıp gitmek, güvercin türkülerine eşlik
etmek ve her türküde sevdalının gözündeymişçesine yitip gitmek...
Oysa yaşam ne güzeldir...
Bahar olmalı, bir gül koparmalı dalından, gül mavi olmalı. Kuşlar kızmalı
gülü kopardım diye. Gülümsemeli, “gülüm” demeli, gülü
gülyüzlüne verirken. İnce bir gül açmalı gülünün dudağında. Kaybolmalı
sonra, uzak diyarlara gitmeli yalnız başına. Irmaklarla bir olup denizlere
karışmalı. Akmalı alabildiğine, okyanuslara... Sonra kuşlara yoldaşlık edip
koşmalı gökyüzünde. Şu ülke senin, bu deniz benim, dolaşmalı mavinin sonsuz
güzelliğinde.
Uzak bir Asya ülkesinde çocuklarla misket oynamalı. Yahut Afrika’da
aç kalmalı, herkes gibi. Balık tutup, buzlara şiir yazmalı,
Sibirya’nın da kuzeyinde. Küba’da okyanusla dansetmeli. Ve en
güzel halayları çekip, en güzel türküleri söylemeli, Anadolu’da, bir
köy düğününde!...
Oysa yaşam ne güzeldir...
Dağ ve doğa karanlığa gebe. Birazdan sen de çekip gideceksin, günün en
kızıl, en güzel ışığı. Sen de gideceksin başka diyarların güzelliğini
tatmaya. Ne güzeldir evreni gezmek, hem de bir günde!
Sen şimdi geldiğin yerlerin kokusunu da getirmişsindir. Sonra türküsünü,
yalnızlığını, hüznünü... Mavisini, yeşilini, leylak rengini... Sonra o
yerlerin güzel çocuklarını, çocukların açlığını, çıplaklığını; genç
kızların simsiyah gözlerindeki ışıltıyı; anaların çığlıklarını;
balıkçıları, köylüleri de getirmişsindir. Bana da anlatsana geldiğin
yerleri, haydi ışık, beni de ışıtsana! Suskunluktan, yalnızlıktan,
hüzünden, geceden, umarsız türkülerden, eksik, kırık dökük şiirlerden,
ölümden başka bir şey anlatsana!... Susma, ne olur susma! Birazdan çekip
gideceksin; yine yalnız, ıssız, zifiri bir geceyi devireceksin üzerime. Hiç
olmazsa, azıcık olsun, umudundan bıraksana...!
***
Gidiyorsun. Yavaş yavaş belki, ama, en hızlı, en çabuk bugün... Çekildiğin,
terk ettiğin dağlarda, bıraktığın her gölgelikte hüzün birikiyor. Ve her
çiçek sen giderken biraz daha sararıyor. Bugün, ağaçlar bile kaçıyor
köklerini koparıp; kayalar, evler bile... Sen gittikçe kuşlar ölüyor, sular
kararıyor...
Eey günün en güzel, en kızıl ışığı!...
Gidiyorsun. Sağır bir yalnızlık, derin bir mavi, ince bir düş, sızı, türkü
ve şiir... Belki de yalnızca benim oldukları için, senin gitmene
üzülüyorlar. Neden onları da alıp götürmüyorsun?
Gidiyorsun. Dağları bir bir atlayarak ve gökyüzünden, ölüme tutsak bir
adama inat, yeni güzelliklere akarak... Ne olurdu birazcık, birazcık daha
kalsaydın be ışık. Birazcık daha ışıtsaydın bedenimi, hüznümü ve hüznümün
bir türlü eskitemediği yorgun yüzümü.
“Ölümdür tek başına yaşanan/aşk iki kişiliktir” diyordu şair.
Oysa ben hep tek taraflı yaşadım aşkı; yaşamı yaşadığım gibi. Hakkınca
yaşayamadığım ömrüm, hep ‘hiçbir’ paylaşımın, güzelliğin
sancısı oldu. Ve ben şimdi ölümü iki kişilik yaşıyorum; yüz kişilik, bin
kişilik...
Gidiyorsun. Ömrümden bir gün daha, her gün daha koparıyorsun, belki
istemeden. Ben azalıyorum çoğalan sancılarımın ortasında eey!
Gidiyorsun, bitiyor, ömrüm yitiyor. Geceye tutsak bir hüzün, gecede tutsak
bir yaşam ve geceden artan; azalan, azalan, azalan bir adam...
Ben, yitiyorum!...
Gitme...
Gitmee...
Gitmeee...
...
...
Cemal Salman
____________________
Türküler..
Cennet kadar sır, insan kadar zahir.