Hz.Îsâ (a.s)
İsa aleyhisselâm, Hazret-i Meryem'in oğludur. Onun doğuşu büyük bir mucize
olmuştur. Yahudiler bunu anlayamadılar. Kötü zanna düşerek Hazret-i
Meryem'i cezalandırmak istediler. Fakat Hazret-i İsa daha beşikte yatan bir
çocuk iken, Yüce ALLAH'ın kudreti ile konuşmaya başladı: "Ben ALLAH'ın
kuluyum, bana kitab verdi, bana peygamberlik verdi. Beni, her nerede
bulunursam bulunayım mübarek kıldı," dedi. Bu mucizeyi gören Yahudiler,
Hazret-i Meryem'i cezalandırmaktan el çektiler. Rivayete göre Hazret-i İsa,
Beyt-i Makdis'e birkaç kilometre uzaklıkta bulunan "Beyt-i Lahm" köyünde
aralık ayının yirmi dördüne raslayan çarşamba gecesi doğmuştur.
Hazret-i Meryem kocaya varmamış olan ve melekler kadar temiz ve iffetli bir
halde bulunan bir hal içinde yaşarken, sadece ALLAH'ın kudreti ile İsa'ya
gebe kalmıştı. Kur'ân-ı Kerîm bunu açıkça beyan buyurmaktadır. Bütün
rnüslümanlar bu inancı taşımaktadır. Yüce ALLAH'ımızın büyük kudretini
düşünenler, O'nun nice mucizeler gösterdiğini hatırlayanlar, Hazret-i
Âdem'in anasız-babasız yaratıldığını düşünenler, artık Hazret-i İsa'nın bu
yaratılışını uzak göremezler. Bunu hiç bir zaman inkâr edemezler. Hazret-i
İsa'nın böyle bir mucize olarak yaratılışını inkâr etmek, Kur'ân-ı Kerîm'in
şahidliğini yalanlamak demektir. Bunu ise, hiç bir mü'min yapamaz; çünkü
imandan çıkmış olur.
Hazret-i İsa'nın öyle babasız yaratılmış olduğunu inkâr etmek, Yüce
ALLAH'ın kudretini hudutlandırmak, Kur'ân'ın açık ifadesini değiştirmek,
milyonlarca müslümanın asırlardan beri devam eden gerçek inancını bozmak
demektir ki, böyle yanlış bir düşünceden Yüce ALLAH'a sığınırız.
İsa aleyhisselâm otuz yaşına erince, mübarek İncil'e ve peygamberlik
görevine kavuştu. Yahudileri doğru yola çağırdı, kendilerine güzel öğütler
verdi. Onlara büyük mucizeler gösterdi. Fakat kendisine pek az insan iman
etmişti. Onlara "Havarî'ler" denilir. Rivayete göre bunlar on iki kişiden
ibaretti.
Hazret-i İsa, bir süre annesi ile beraber Ürdün'e bağlı "Nasıre" köyünde
oturdu. Bundan dolayı kendisine bağlı olanlara "Nasara" ve dinlerine de
"Nasraniyet" denilmiştir. Böyle rivayet edilmektedir.
Yahudiler nihayet Hazret-i İsa'yı öldürmeye karar verdiler. Ona
benzettikleri bir adamı tutup Kudüs'de siyaset meydanında darağacına
astılar. İsa aleyhisselâm ise, ALLAH'ın emri ve kudreti ile göğe
yükseltildi. Orada melek şekline büründü. Kendisine "Ruhullah" denir.
Babasız olarak bir kudret ilhamı ile meydana gelmiş olduğu için bu seçkin
ünvana sahib olmuştur.
Nasara'nın inançlarına göre Hazret-i İsa, İskender'in Babil'e üstün
gelmesinden üç yüz altmış sene sonra doğmuştur. Hazret-i İsa doğduğunda
annesi Meryem henüz on üçon beş veya yirmi yaşında bulunuyordu. Hazret-i
İsa otuz yaşında peygamber olmuş, doğduğundan otuz iki sene ve birkaç gün
sonra göğe kaldırılmıştır. Hazret-i Meryem de, bundan sonra altı yıl daha
yaşamıştır.
Fakat İslâm âlimlerinden bir kısmına göre, İsa aleyhisselâm kırk yaşında
iken peygamber olmuş, yüz yirmi yaşında iken de göğe yükselmiştir.
Hazret-i İsa'yı öldürmek isteyen Yahudiler, sonradan cezalarını çektiler.
Şöyle ki: Roma'lılar Kudüs şehrini ele geçirerek Beyt-i Makdis'i yıktılar,
kitabları yaktılar. Yahudilerin bir kısmını öldürdüler, bir kısmını da esir
ettiler. Bunun sonunda ne gerçek Musevîlikten, ne de gerçek İsevilikten
eser kalmadı.
Gerçekten Hazret-i Musa dini gibi, Hazret-i İsa'nın dini de asıl halini
yitirmiş, hiç de yeryüzüne yayılamamıştır.
Şu da bir gerçek ki, Hazret-i İsa'nın vasiyeti üzerine Havarilerden
bazıları öteye beriye dağılıp Hazret-i İsa'nın dinini yaymaya çalışmak
istediler. Fakat o zaman dünyanın her tarafı cehalet, küfür ve şirk içinde
kalmış bulunuyordu. Yahudilerle putperest olan Romalılar da, Hazret-i
İsa'ya bağlı olanların azılı düşmanları idiler. İsa dinini kabul edenler,
dinlerini gizliyor, gizlice ibadet ediyorlardı. Bundan dolayı Nasraniyet üç
yüz sene kadar genişleyemedi. Bu süre içinde de asıl özelliğini yitirmiş
İlâhî bir din olmaktan çıkmıştı.
Yahudiler Hazret-i İsa'nın hayatına kasdettikleri gibi, tebliğ ettiği dine
de pek çok saldırılarda bulunmuşlar. İçlerinden bazıları Hazret-i İsa
dinini görünüşte kabul ederek dostluk kurmuş ve halkın bilgisizliğinden
faydalanarak Hazret-i İsa'nın tebliğlerini değiştirmişlerdir.
Hıristiyanlığı akıl ve hikmete aykırı bir hale sokmuşlardı.
Romalılar ise, Hazret-i İsa dinine karşı açık bir düşman kesilmişlerdi.
Fakat ne olursa olsun, din duygusu yaratılışta vardır. Bundan kalbleri
büsbütün yoksun bırakacak bir kuvvet yoktur. Romalılar görünüşte üstün bir
durumda iken, Hazret-i İsa dinine manen yenildiler. Söndürmek istedikleri
bir dini parlatmaya hizmet ettiler. Ancak gerçek bir din yerine, onun adını
taşıyan, hıristiyanlık da denilen aslını yitirmiş ve değiştirilmiş bir din
yerleşmiş oldu.
Roma imparatoru Konstantin, Hazret-i İsa'nın doğuşundan üç yüz on sene
sonra, siyasî bir maksada dayanarak Hazret-i İsa'ya nisbet edilmiş olan
muharref dini kabul etti. Bayraklarına hac işareti koydu. Yenilen ordusuna
güç kazandırmak istedi. Hıristiyanlığın yayılması için de birçok gayretler
gösterdi.
Konstantin, eski Bizans kasabasının bulunduğu yerde Konstantiniye
(İstanbul) şehrini kurdu. Hükümet merkezini de, Roma'dan buraya
nakletmişti. Bu tarihe kadar Mukaddes İncil'in asıl nüshaları kaybolmuş,
İncil adına Havarî'lerle onların talebeleri tarafından birçok risaleler ve
tarih kitabları yazılmıştı. Bundan dolayı Hıristiyanlar arasında pek çok
ayrılık vardı. Konstantin'in emri ile "İznik" şehrinde bir din meclisi
toplandı. Bu meclisin binden fazla üyesi vardı. Birçoğu birbirinin dilini
anlamıyordu. Yüzlerce risale ve kitablardan yalnız dördü, hem de üyelerin
sadece bir kısmı tarafından seçilerek İncil adı sadece bunlara verildi.
Roma İmparatorluğu daha sonra, doğu ve batı imparatorluğu adıyla ikiye
ayrılmıştır. Bu devletler birbirini kıskanıyordu. Nihayet mezheb bakımından
da ikiye bölündüler. Roma'da "Rimpapa"ya bağlı kalanlara "Katolik" denildi.
İstanbul patriğine bağlı kalanlara da "Ortodoks" denildi. Daha sonra, bir
de "Protestanlık" meydana çıkmıştır. Buna göre, bugün Hazret-i İsa'ya bağlı
olanların başlıca mezhebleri üçtür. Bunların da birtakım dalları vardır.
Sonuç: İsa aleyhisselâm'ın bildirmiş olduğu "Tevhid inancına" dayanan bir
din, sonradan aslını yitirmiş, şekilden şekile girmiştir. Bu dine bağlı
olanlar, Hazret-i İsa'ya ve diğer yaratıklara ulûhiyet makamı vermişler,
mabedlerini resim ve haçlarla doldurmuşlar, böylece müşriklerin mabedlerine
benzer bir hale getirmişlerdir.
Milâttan itibaren altı asır geçmiş, cihanın her tarafı cehalet ve sapıklık
içinde kalmıştı. Gerek Roma Hükümeti, gerek İran'daki "Sasaniyan" devleti
ahlâk bozukluğu yüzünden çözülmeye yüz tutmuştu. Bütün milletler arasında
dinsizlik ve ahlâksızlık başta geliyordu. Bu bir fetret (boşluk) devri idi.
Artık dünyayı hak ve hakikata çağırmak, dünyayı düzeltmek için, en büyük ve
en son peygamberin gelmesine ihtiyaç vardı. Bunun üzerine Yüce ALLAH
beşeriyete ihsanda bulunarak onlara en büyük peygamberi ve peygamberlerin
sonuncusu Hazret-i Muhammed Mustafa (sallALLAHu aleyhi ve sellem)
Efendimizi gönderdi. Artık insanlık ufuklarını yeni bir hidayet nuru, o ana
kadar görülmemiş bir azamet ve letafetle aydınlatmaya başlamış oldu
____________________
Dört Sey Geri Gelmez Atılan Ok, Söylenen Söz, Kacırılan Fırsat ve Gecen
Zaman ...