Selanik'te doğdu. Heybeliada Harbiye Mektebi'ni bitirdi. Hamidiye Kruvazöru
güverte subayı iken, sağlık nedeniyle askerlikten çıkarıldı.
Bolu'da bir süre öğretmenlik yaptı, daha sonra Trabzon üzerinden Batum'a,
oradan da Moskova'ya geçti. KUTV Üniversitesi'nde ekonomi-politik öğrenimi
gördü. 1924'te yurda döndü.
Aydınlık Gazetesinde yayınlanan yazı ve şiirleri yüzünden on beş yıl hapsi
istenince Moskova'ya kaçtı. 1928 Af Kanunu'ndan yararlanıp tekrar yurda
döndü. Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı.
1932'de yeniden dört yıl hapse mahkûm olduysa da, bu kez Onuncu Yıl
Affı'ndan yararlandı. Gazetecilik yaptı, film stüdyolarında çalıştı.
1938'de Harp Okulu'ndaki aramalarda ele geçen şiir ve kitaplarıyla orduyu
kışkırttığı ileri sürüldü ve 28 yıl 4 aya hüküm giydi. Çankırı ve Bursa
cezaevlerinde yattı.
1950'de özgürlüğüne kavuştuysa da sürekli olarak izlenmekten kurtulamadı.
Askere alınması kararlaştırılınca tekrar Moskova'ya kaçtı. 25 Temmuz
1951'de T.C. yurttaşlığından çıkarıldı. Bunun üzerine Nâzım, Polonya
uyruğuna geçti. 1963'te öldü. Moskova'da toprağa verildi. Mezarı hala bu
kenttedir.
ESERLERİ
ŞİİR:
835 Satır (1929), Jokond ile Si-Ya-U (1929), Varan 3 (1930), 1+1=1
(1930-Nail V. ile), Sesini Kaybeden Şehir (1931), Benerci Kendini Niçin
Öldürdü (1932), Gece Gelen Telgraf (1932), Taranta Babu'ya Mektuplar
(1935), Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı (1936), Kurtuluş Savaşı
Destanı (1965), Saat 21-22 Şiirleri (1965-Bas. Haz. M.Fuat), Memleketimden
İnsan Manzaraları (1966-1967-Bas. Haz. M.Fuat, 5 Cilt), Rubailer (1966-Bas.
Haz. M. Fuat), Dört Hapishaneden (1966-Bas. Haz. M.Fuat), Yeni Şiirler
(1966-Bas. Haz. Dost Yayınevi), Son Şiirleri (Bas. Haz. Habora Kitabevi),
Tüm Eserleri (1980-Bas. Haz. A. Bezirci, 8 Cilt).
OYUN:
Kafatası (1943), Bir Ölü Evi Yahut Merhumun Hanesi (1932), Unutulan Adam
(1935), İnek (1965), Ferhat ile Şirin (1965), Enayi (1965), Sabahat (1966),
Yusuf ile Menofis (1967), İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu (1985).
ROMAN:
Kan Konuşmaz (1965), Yeşil Elmalar (1965), Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim
(1966).
YAZILAR:
İt Ürür Kervan Yürür (1936-Orhan Selim takma adıyla), Alman Faşizmi ve
Irkçılığı (1936), Milli Gurur (1936), Sovyet Demokrasisi (1936).
MEKTUPLAR:
Kemal Tahir'e Hapishaneden Mektuplar (1968), Cezaevinden Memet Fuat'a
Mektuplar (1968), Bursa Cezaevinden Vâ-Nû'lara Mektuplar (1970), Nâzım'ın
Bilinmeyen Mektupları (1986-Adalet Cimcoz'la Mektuplar, Haz. Ş. Kurdakul),
Piraye'ye Mektuplar (1988).
[tarihinde düzeltildi 27/10/2007 Saat 13:05 Yazar Rojin]
Erasmus tarafından yazılmışır.
Yazılış Tarihi: 3/6/2008 Saat 20:54
Hayatımın ve Şiirimin Hesabatı
'Birkaç gündür kafamın içinde bir soru
kımıldanıp duruyor. 60 yıllık
ömrümün 40 şu kadar yılında şiir
yazdım durup dinlenmeden. Evimde, sokakta, hapiste,
trende,uçakta. Bu şiirlerin içinde ne kadarı,
insanları barış için savaşa, emperyalist
savaşlara karşı savaşa, milli
bağımsızlık için savaşa
çağırdı. Kırk şu kadar yıllık
şairliğimi masamın üstüne koydum. Elimde kalabilen
şiirleri okuyorum. Okurlarımın önünde hesap vermek
istiyorum. Yüzümün akıyla çıkabilir miyim bu
hesabın içinden şair olarak? Şiirleri okudum ve
şöyle bir basit istatistik sonucuna vardım: Elimde kalan
şiirlerimin yüzde yirmi beşinde, insanlığın
en büyük davalarından ikisini, birbirine sıkı
sıkıya bağlı iki davayı ele
almışım: emperyalist harplere karşı savaş ve
milli bağımsızlık savaşı. Bu şiirlerimin
tümünü oldukları gibi tekrar etmem imkansız.
Birkaçıyla hesabımı vereceğim.
1925'te Moskova'da, üniversitede okuyorum.
Sömürgeciliğe karşı, milli
bağımsızlık uğrundaki savaş, bir
imkansız savaş, bir imkansız hayal olmaktan
çıkmış, bir gerçek olmuşur. Ben 'Bir
Hintlinin Ağzından' şiirimi yazmışım.
Şarktan geliyorum!
Şarkın isyanını
haykıraraktan geliyorum.
Şimale akan rüzgarlarla aşım
Asya'nın yollarını;
ulaşım
sana...
Haydi uzat kollarını
beni kucaklasana!
Ey! gönülde onu
görmek arzusunu
Bir sıla hasreti gibi derinlediğim.
Ey! kıvrımları
kalbi saran türkülerini
Annemin sesi gibi dinlediğim.
Ey! Asya güneşleri gibi kırmızı
sıcak bayrakları
sıtmalı rüyama giren!
(.................................................)
Gözümde bir pul etmez artık
ne yer, ne yar!
Şimale akan rüzgarlarla
aşmışım
Asya'nın yollarını
ulaşmışım sana!
Haydi uzat kollarını,
beni kucaklasana!
Aynı yıl Türkiye'me dönüyorum. Kara terör
kasıp kavuruyor ortalığı benim orada. Emperyalizm yine
ve her zamanki gibi insanlığın bu korkunç baş
belası, emperyalizmin duvarını yıkmak gerek. Ben 'O
Duvar' şiirini yazıyorum.
O duvarın bir ucu:
tahta sapanlı sarı Çin'de
öbür ucu:
çelikleri elektrikli Newyork'un içinde
Her bankada hisse senetleri var
onun.
O duvar
Lordlar kamarasından Lord Gürzon'un
noktaları imparator armalı bir nutku gibi geçiyor.
Eyfel'in tepesinden avlarını seçiyor,
dayanarak Hindenburg'un altın çivili heykeline
topluyor Berlin sokaklarını eline.
O duvarın taşlarına sürterek dilini
kara gömlekli Mussolini
bekliyor nöbet.
İtalya'nın çizmesi
yüzüyor kanda.
O duvar
İkinci bir Balkan gibi yükseliyor Balkan'da.
Yıl 1927. Sırtıma yüklenen 15 yıl piyade
ağır hapis cezasıyla Sovyetler Birliği'ne
dönüyorum. Sovyetler Birliği'ne karşı alttan alta
harp hazırlıyor emperyalistler. Baku'ya gidiyorum. İlk
sosyalist devletin kanı olan bu şehirle
tanışıyorum. '.................
doğru' şiirimi yazıyorum...
..................................
bereketli bir rahmet gibi besleyesin,
demir dağlara tırmanan azmimizin
yeşil filizli sarmaşıklarını...
isteriz ki,
Uzak Sibirya köylerinin ışıklarını
karlı gecelerde
kızıl laleler gibi yaksın kanınla.
İsteriz ki,
gençlik iksiri gibi aksın kanın,
150 milyonun damarında!
İkinci Dünya Savaşı, yıl 1941. üç
yıldır hapisteyim. Bursa'da hücremde, halkımın
milli bağımsızlık uğruna yapmış
olduğu kutsal savaşın destanını yazıyorum.
Saat üç buçuk.
Halimur-Ayvalı hattı üzerinde
manga mevziindedir.
İzmirli Ali Onbaşı
(Kendisi tornacıdır)
karanlıkta gözyordamıyla
sanki onları bir daha görmeyecekmiş gibi
baktı manga efradına birer birer:
Sağda birinci nefer
sarışındı.
İkinci esmer.
üçüncü kekemeydi
fakat bölükte
yoktu onun üsrtüne şarkı söyleyen.
Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu
canı.
Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı
tezkere alıp Urfa'ya girdiği akşam.
Altıncı,
inanılmayacak kadar büyük ayaklı bir adam,
memlekette toprağını ve tek öküzünü
ihtiyar bir muhacir karısına bıraktığı
için
kardeşleri onu mahkemeye verdiler
ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete
kalktığı için
ona 'Deli Erzurumlu' derdiler.
Yedinci Mehmet oğlu Osman'dı.
Çanakkale'de, İnönü'nde, Sakarya'da yaralandı
ve gözünü kırpmadan
daha bir hayli yara alabilir,
yine de dimdik ayakta kalabilir.
Sekizinci,
İbrahim,
korkmayacaktı bu kadar
bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp
birbirine böyle vurmasalar.
Ve İzmir'li Ali Onbaşı biliyordu ki:
tavşan korktuğu için kaçmaz
kaçtığı için korkar.
İkinci dünya savaşı zaferle sona ermiş.
Hapisteyim. Geçmiş kanlı ve kara günleri
düşünüyorum. Biliyorum, tetikte olmak gerek,
Emperyalistler gene benim Memetçikleri kalp metelik gibi harcamak
istiyor. Ben '23 Sentlik Asker' şiirimi yazıyorum.
Yalnız bir mesele var Mister Dalles,
herhalde bunu sizden gizlediler!
Size tanesini 23 sente sattıkları asker
mevcuttu üniformanızı giymeden önce de
mevcuttu otomatiksiz filan,
mevcuttu sadece insan olarak,
mevcuttu,
tuhafınıza gidecek,
mevcuttu,
hem de çoktan mı çoktan,
daha sizin devletinizin adı bile konmadan.
Mevcuttu, işiyle gücüyle uğraşıyordu,
Mesela, Mister Dalles,
yeller eserken yerinde sizin o Newyork'un,
kurşun kubbeler kurdu o
gökkubbe gibi yüksek
haşmetli, derin.
Elinde Bursa bahçeleri gibi nakışlandı ipek.
Halı dokur gibi yonttu mermeri
ve nehirlerin bir kıyısından öbür
kıyısına
ebem kuşağı gibi attı kırk gözlü
köprüleri.
Dahası var Mister Dalles,
sizin dilde pek de anlamı belli değilken henüz
zulüm gibi,
hürriyet gibi,
kardeşlik gibi sözlerin,
dövüşü zulme karşı o,
ve istiklal ve hürriyet uğruna
ve milletleri kardeş sofrasına davet ederek,
ve yarin yanağından gayri her yerde,
her şeyde,
hep beraber
diyebilmek
için
yürüdü peşince Bedreddin'in.
Hapisten çıktım. Yıl 950. Belki bir çocuğum
gelecek dünyaya. Babalık zanaatının ne kadar zor bir
zanaat haline geldiğini ilk defa anlıyorum.
Yavrum,
kız olursa tepeden tırnağa anasına benzesin istiyorum,
oğlan olursa, boyu posu bana.
Kız olursa ela ela baksın,
oğlan olursa maviş maviş.
Yavrum,
Kız olsun oğlan olsun,
kaç yaşında olursa olsun,
yavrum düşmesin istiyorum hapislere
güzelden, haklıdan, barışan yana diye.
Fakat malum,
kızım yahut oğlum,
gecikirse suların ışıması
dövüşeceksin
ve hatta...
Yani haylice müşkül bir zanaatmış bizde bugün
babalık zanaatı da.
Yıl 955. Dört yıldır Moskova'dayım. Aklımda
kaldığına göre katıldığım
barış kurultaylarından birinde toplantı salonunda, atom
bombasına karşı dört küçük şiir
yazdım. Bunlardan birisi 'Ölü Kızcağız'.
Bugüne kadar dolaşıyor dünyayı
Övünüyor gibi mi geliyor ne
Değil
Dolaşan o küçücük Japon
kızcağızı da
İnsanları atom harbine karşı savaşa
çağırıyorsa
Çağırabiliyorsa
Ve insanlar onun incecik sesine kulak kabartıyorsa
O bu kuvvetini
Hiroşima'da bir kağıt parçası gibi
Yanıp kül olmak pahasına kazandı.
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuşu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kağıt gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.
Sene 1963. Tanganika'ya gidiyorum. Memleketimin üstünden
geçiyorum. On üç seneden beri memleketimi ilk defa
görüyorum. 8000 metre yukarıda Anadolu'mun
üstündeyim. 8000 metre derinde bulutlar altında,
toprağımda kara kış. Köylerin çoktan kesiktir
yolu. Her biri karlı çöllerle bir başınadır.
Bulguru aşı yağsız, tezek dumanından göz
gözü görmez. Bebeler ölür bitlenmeye bile vakit
bulmadan. Ve ben uçarım 8000 metre yukarıda bulutların
üstünde.
Bilmiyorum, vatanımın insanları başa olmak üzere,
bütün insanlığa vermek istediğim hesabı
verebildim mi? Sonra bütün bu hesap bir çeşit...
övünmek olmadı mı? Yeryüzünde benden çok
değerli şairler, barış, hürriyet ve milli
bağımsızlık için, şair olarak
yaptıkları savaşın hesabını elbette çok
daha parlak verebilir. Sayın ve sevgili okuyucularım. Birkaç
örnekle önünüze
çıktım, beni en büyük insanlık
davasının ikisinde biraz olsun ödevini yapmış bir
yurttaş sayarsanız bahtiyar olacağım.'
NOT:Bu yazı, Nazım Hikmet'in şiirini ve
yaşamını özetlediği bir
konuşmasıdır. Yeni Adımlar dergisinde (Ağustos
'73) basılmış ve Asım Bezirci'nin
inceleme-antolojisinde de yer almışır.
____________________
Zengin bir kalp yoksa , servet çirkin bir dilencidir
[tarihinde düzeltildi 11/1/2009 Saat 16:58 Yazar Rojin]
Bence68 tarafından yazılmışır.
Yazılış Tarihi: 21/1/2008 Saat 07:09
1902'de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova'da komünist üniversite
öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini
bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık gırevi de içinde ve
tatmadığım yemek yok gibidir
otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare
betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ'dan Havana'ya
Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de
961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır
partimden koparmağa yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim
951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm
üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü
bekledim ölümü
sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın
içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne
mutlu bana
başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim
bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış
operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den
beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falıma baktırdığım oldu
yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye'mde Türkçemle yasak
kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filan olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir.
Nazım Hikmet RAN
____________________
İnsan sevincin ürünüdür.
Kötülüklerin, karamsarlıkların
ürünü olamazki...