Konu: Naz?m Hikmet Ran

Forum: Nazim Hikmet Ran Biyografisi

Konuyu açan: Rojin


Rojin - 27/10/2007 Saat 13:03


Selanik'te doğdu. Heybeliada Harbiye Mektebi'ni bitirdi. Hamidiye Kruvazöru güverte subayı iken, sağlık nedeniyle askerlikten çıkarıldı.

Bolu'da bir süre öğretmenlik yaptı, daha sonra Trabzon üzerinden Batum'a, oradan da Moskova'ya geçti. KUTV Üniversitesi'nde ekonomi-politik öğrenimi gördü. 1924'te yurda döndü.

Aydınlık Gazetesinde yayınlanan yazı ve şiirleri yüzünden on beş yıl hapsi istenince Moskova'ya kaçtı. 1928 Af Kanunu'ndan yararlanıp tekrar yurda döndü. Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı.

1932'de yeniden dört yıl hapse mahkûm olduysa da, bu kez Onuncu Yıl Affı'ndan yararlandı. Gazetecilik yaptı, film stüdyolarında çalıştı. 1938'de Harp Okulu'ndaki aramalarda ele geçen şiir ve kitaplarıyla orduyu kışkırttığı ileri sürüldü ve 28 yıl 4 aya hüküm giydi. Çankırı ve Bursa cezaevlerinde yattı.

1950'de özgürlüğüne kavuştuysa da sürekli olarak izlenmekten kurtulamadı. Askere alınması kararlaştırılınca tekrar Moskova'ya kaçtı. 25 Temmuz 1951'de T.C. yurttaşlığından çıkarıldı. Bunun üzerine Nâzım, Polonya uyruğuna geçti. 1963'te öldü. Moskova'da toprağa verildi. Mezarı hala bu kenttedir.


ESERLERİ
ŞİİR:
835 Satır (1929), Jokond ile Si-Ya-U (1929), Varan 3 (1930), 1+1=1 (1930-Nail V. ile), Sesini Kaybeden Şehir (1931), Benerci Kendini Niçin Öldürdü (1932), Gece Gelen Telgraf (1932), Taranta Babu'ya Mektuplar (1935), Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı (1936), Kurtuluş Savaşı Destanı (1965), Saat 21-22 Şiirleri (1965-Bas. Haz. M.Fuat), Memleketimden İnsan Manzaraları (1966-1967-Bas. Haz. M.Fuat, 5 Cilt), Rubailer (1966-Bas. Haz. M. Fuat), Dört Hapishaneden (1966-Bas. Haz. M.Fuat), Yeni Şiirler (1966-Bas. Haz. Dost Yayınevi), Son Şiirleri (Bas. Haz. Habora Kitabevi), Tüm Eserleri (1980-Bas. Haz. A. Bezirci, 8 Cilt).

OYUN:
Kafatası (1943), Bir Ölü Evi Yahut Merhumun Hanesi (1932), Unutulan Adam (1935), İnek (1965), Ferhat ile Şirin (1965), Enayi (1965), Sabahat (1966), Yusuf ile Menofis (1967), İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu (1985).

ROMAN:
Kan Konuşmaz (1965), Yeşil Elmalar (1965), Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim (1966).

YAZILAR:
İt Ürür Kervan Yürür (1936-Orhan Selim takma adıyla), Alman Faşizmi ve Irkçılığı (1936), Milli Gurur (1936), Sovyet Demokrasisi (1936).

MEKTUPLAR:
Kemal Tahir'e Hapishaneden Mektuplar (1968), Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar (1968), Bursa Cezaevinden Vâ-Nû'lara Mektuplar (1970), Nâzım'ın Bilinmeyen Mektupları (1986-Adalet Cimcoz'la Mektuplar, Haz. Ş. Kurdakul), Piraye'ye Mektuplar (1988).


[tarihinde düzeltildi 27/10/2007 Saat 13:05 Yazar Rojin]

Bence68 - 5/6/2008 Saat 09:15

Davaları

1925 Ankara İstiklal Mahkemesi Davası
1927-1928 İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Davası
1928 Rize Ağır Ceza Mahkemesi Davası
1928 Ankara Ağır Ceza Mahkemesi Davası
1931 İstanbul İkinci Asliye Ceza Mahkemesi Davası
1933 İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Davası
1933 İstanbul üçüncü Asliye Ceza Mahkemesi Davası
1933-1934 Bursa Ağır Ceza Mahkemesi Davası
1936-1937 İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Davası
1938 Harp Okulu Komutanlığı Askeri Mahkemesi Davası
1938 Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi Davası

3 Haziran 1963 sabahı saat 06:30'da gazetesini almak üzere 2. kattaki dairesinden apartman kapısına yürümüş ve tam gazetesine uzanırken geçirdiği kalp krizi sonucunda yaşama veda etmişir. Ölümü üzerine Sovyet Yazarlar Birliği salonunda yapılan törene yerli yabancı yüzlerce sanatçı işirak etmiş ve tören siyah beyaz olarak kaydedilmişir. ünlü Novo-Deviçye Mezarlığı'nda (Новодевичь 77; кладбище gömülüdür. Mezar taşı siyah bir granitten olup meşhur şiirlerinden biri olan rüzgara karşı yürüyen adam figürü taş üzerinde ebedileşirilmişir.

2006 yılında Bakanlar Kurulunun Türk vatandaşlığından çıkarılmalar ile ilgili yeni bir düzenleme yapması durumu belirdi. Yıllardır tartışılmakta olan Nazım Hikmet'in Türk vatandaşlığına yeniden kabul edilmesi yolu açılmış gibi gözükmesine rağmen Bakanlar Kurulu bu maddenin sadece yaşamakta olanlar için düzenlendiğini ve Nazım Hikmet'i kapsamadığını öne sürerek bu öneriyi reddetti.

Bence68 - 5/6/2008 Saat 09:18

Nazım Hikmet'ten Atatürk'e Mektup

Türk Ordusunu "isyana teşvik" ettiğim iddiasıyla "onbeşyıl ağır hapis"cezası giydim.Şimdi de Türk Donanmasını "isyana"teşvik etmekle töhmetlendiriliyorum.

Türk inkılabına ve senin adına and içerim ki suçsuzum

Askeri isyana teşvik etmedim.

Kör değilim ve senin yaptığın her ileri dev hamleyi anlayabilen bir kafam,yurdumu seven bir yüreğim var.

Askeri isyana teşvik etmedim.

Yurdumun ve senin karşında alnım açıktır.

Yüksek askeri makamlar,devlet ve adalet,küçük, bürokrat gizli rejim düşmanlarınca aldatılıyorlar.

Askeri isyana teşvik etmedim.

Deli,serseri,mürteci,satılmış,inkılap ve yurt haini değilim ki bunu bir an olsun düşünebileyim.

Askeri isyana teşvik etmedim.

Senin eserine ve sana,aziz olan Türk dilinin inanmış bir şairiyim.Sırtıma yüklenen ve yükletilebilecek
hapis yıllarını taşıyabilecek kadar sabırlı olabilirim.

Büyük işlerinin arasında seni bir Türk şairinin felaketi ile alakalandırmak istemezdim.

Bağışla beni.Seni bir an kendimle meşgul ettimse,alnıma vurulmak istenen bu "inkılap askerini isyana teşvik" damgasını ancak senin ellerinle silinebileceğine inandığımdandır.

Başvurabileceğim en inkılapçı baş sensin.

Kemalizm'den ve senden adalet istiyorum.

Türk inkılabına ve senin başına and içerim ki suçsuzum.


Nazım HİKMET


Nazım Hikmet bu mektubunu Dolmabahçe Sarayında yatan Atatürk'e postayla gönderebilmek için,annesinin ya da Piraye'nin gelmesini bekliyordu ki,

17 ağustos 1938 günüHaluk Şahsuvaroğlu, ona İstanbul'a gideceğini,kitap falan istiyorsa getirebileceğini,postaya atılacak mektubu varsa atabileceğini söylemiş.

Nazım Hikmet kendisini Erkin gemisinde kapatıldığı ayakyolundan kurtaran güverteye çıkıp hava almasını sağlayan Piraye'nin ailesi Altunizadeler'e komşu bir ailenin çocuğu olan bu genç subay'ın insanlığına güven duyuyordu.

Atatürk'e yazdığı mektubu postaya atıp atamayacağını sordu.Olumlu yanıt alınca içini okuyabilmesi için
kapatmadığı zarfı ona verdi.

Haluk Şahsuvaroğlu tarihsel değeri olduğuna inandığı bu mektubu,bir kopyasını çıkardıktan sonra postaya attı.

General Ali Fuat Cebesoy'un(Nazım Hikmet'in dayısı;) verdiği bilgiye göre, mektup,Dolmabahçe Sarayına gelmiş.Özel kalem de kayda geçmiş,Atatürk'ün yanına girip çıkabilenlerden İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'ya teslim edilmiş,ama hiçbir uygun zaman bulunarak Atatürk'e okunamamışır.



General Ali Fuat Cebesoy ne zaman Atatürk'ün yanına yaklaşmak istemişse,

Şükrü Kaya onu
-şimdi vakti değil,

-bugün uygun olmaz,hastalığı ağırlaşı"gibi sözlerle engellemiş.

Bence68 - 12/11/2008 Saat 15:07

Erasmus tarafından yazılmışır.

Yazılış Tarihi: 3/6/2008 Saat 20:54

Hayatımın ve Şiirimin Hesabatı

'Birkaç gündür kafamın içinde bir soru kımıldanıp duruyor. 60 yıllık ömrümün 40 şu kadar yılında şiir yazdım durup dinlenmeden. Evimde, sokakta, hapiste, trende,uçakta. Bu şiirlerin içinde ne kadarı, insanları barış için savaşa, emperyalist savaşlara karşı savaşa, milli bağımsızlık için savaşa çağırdı. Kırk şu kadar yıllık şairliğimi masamın üstüne koydum. Elimde kalabilen şiirleri okuyorum. Okurlarımın önünde hesap vermek istiyorum. Yüzümün akıyla çıkabilir miyim bu hesabın içinden şair olarak? Şiirleri okudum ve şöyle bir basit istatistik sonucuna vardım: Elimde kalan şiirlerimin yüzde yirmi beşinde, insanlığın en büyük davalarından ikisini, birbirine sıkı sıkıya bağlı iki davayı ele almışım: emperyalist harplere karşı savaş ve milli bağımsızlık savaşı. Bu şiirlerimin tümünü oldukları gibi tekrar etmem imkansız. Birkaçıyla hesabımı vereceğim.
1925'te Moskova'da, üniversitede okuyorum. Sömürgeciliğe karşı, milli bağımsızlık uğrundaki savaş, bir imkansız savaş, bir imkansız hayal olmaktan çıkmış, bir gerçek olmuşur. Ben 'Bir Hintlinin Ağzından' şiirimi yazmışım.

Şarktan geliyorum!
Şarkın isyanını
haykıraraktan geliyorum.
Şimale akan rüzgarlarla aşım
Asya'nın yollarını;
ulaşım
sana...
Haydi uzat kollarını
beni kucaklasana!
Ey! gönülde onu
görmek arzusunu
Bir sıla hasreti gibi derinlediğim.
Ey! kıvrımları
kalbi saran türkülerini
Annemin sesi gibi dinlediğim.
Ey! Asya güneşleri gibi kırmızı
sıcak bayrakları
sıtmalı rüyama giren!
(.................................................)
Gözümde bir pul etmez artık
ne yer, ne yar!
Şimale akan rüzgarlarla
aşmışım
Asya'nın yollarını
ulaşmışım sana!
Haydi uzat kollarını,
beni kucaklasana!

Aynı yıl Türkiye'me dönüyorum. Kara terör kasıp kavuruyor ortalığı benim orada. Emperyalizm yine ve her zamanki gibi insanlığın bu korkunç baş belası, emperyalizmin duvarını yıkmak gerek. Ben 'O Duvar' şiirini yazıyorum.

O duvarın bir ucu:
tahta sapanlı sarı Çin'de
öbür ucu:
çelikleri elektrikli Newyork'un içinde
Her bankada hisse senetleri var
onun.
O duvar
Lordlar kamarasından Lord Gürzon'un
noktaları imparator armalı bir nutku gibi geçiyor.
Eyfel'in tepesinden avlarını seçiyor,
dayanarak Hindenburg'un altın çivili heykeline
topluyor Berlin sokaklarını eline.
O duvarın taşlarına sürterek dilini
kara gömlekli Mussolini
bekliyor nöbet.
İtalya'nın çizmesi
yüzüyor kanda.
O duvar
İkinci bir Balkan gibi yükseliyor Balkan'da.

Yıl 1927. Sırtıma yüklenen 15 yıl piyade ağır hapis cezasıyla Sovyetler Birliği'ne dönüyorum. Sovyetler Birliği'ne karşı alttan alta harp hazırlıyor emperyalistler. Baku'ya gidiyorum. İlk sosyalist devletin kanı olan bu şehirle tanışıyorum. '.................
doğru' şiirimi yazıyorum...
..................................

bereketli bir rahmet gibi besleyesin,
demir dağlara tırmanan azmimizin
yeşil filizli sarmaşıklarını...
isteriz ki,
Uzak Sibirya köylerinin ışıklarını
karlı gecelerde
kızıl laleler gibi yaksın kanınla.
İsteriz ki,
gençlik iksiri gibi aksın kanın,
150 milyonun damarında!

İkinci Dünya Savaşı, yıl 1941. üç yıldır hapisteyim. Bursa'da hücremde, halkımın milli bağımsızlık uğruna yapmış olduğu kutsal savaşın destanını yazıyorum.

Saat üç buçuk.
Halimur-Ayvalı hattı üzerinde
manga mevziindedir.
İzmirli Ali Onbaşı
(Kendisi tornacıdır)
karanlıkta gözyordamıyla
sanki onları bir daha görmeyecekmiş gibi
baktı manga efradına birer birer:
Sağda birinci nefer
sarışındı.
İkinci esmer.
üçüncü kekemeydi
fakat bölükte
yoktu onun üsrtüne şarkı söyleyen.
Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.
Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı
tezkere alıp Urfa'ya girdiği akşam.
Altıncı,
inanılmayacak kadar büyük ayaklı bir adam,
memlekette toprağını ve tek öküzünü
ihtiyar bir muhacir karısına bıraktığı için
kardeşleri onu mahkemeye verdiler
ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için
ona 'Deli Erzurumlu' derdiler.
Yedinci Mehmet oğlu Osman'dı.
Çanakkale'de, İnönü'nde, Sakarya'da yaralandı
ve gözünü kırpmadan
daha bir hayli yara alabilir,
yine de dimdik ayakta kalabilir.
Sekizinci,
İbrahim,
korkmayacaktı bu kadar
bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp
birbirine böyle vurmasalar.
Ve İzmir'li Ali Onbaşı biliyordu ki:
tavşan korktuğu için kaçmaz
kaçtığı için korkar.

İkinci dünya savaşı zaferle sona ermiş. Hapisteyim. Geçmiş kanlı ve kara günleri düşünüyorum. Biliyorum, tetikte olmak gerek, Emperyalistler gene benim Memetçikleri kalp metelik gibi harcamak istiyor. Ben '23 Sentlik Asker' şiirimi yazıyorum.

Yalnız bir mesele var Mister Dalles,
herhalde bunu sizden gizlediler!
Size tanesini 23 sente sattıkları asker
mevcuttu üniformanızı giymeden önce de
mevcuttu otomatiksiz filan,
mevcuttu sadece insan olarak,
mevcuttu,
tuhafınıza gidecek,
mevcuttu,
hem de çoktan mı çoktan,
daha sizin devletinizin adı bile konmadan.
Mevcuttu, işiyle gücüyle uğraşıyordu,
Mesela, Mister Dalles,
yeller eserken yerinde sizin o Newyork'un,
kurşun kubbeler kurdu o
gökkubbe gibi yüksek
haşmetli, derin.
Elinde Bursa bahçeleri gibi nakışlandı ipek.
Halı dokur gibi yonttu mermeri
ve nehirlerin bir kıyısından öbür kıyısına
ebem kuşağı gibi attı kırk gözlü köprüleri.
Dahası var Mister Dalles,
sizin dilde pek de anlamı belli değilken henüz
zulüm gibi,
hürriyet gibi,
kardeşlik gibi sözlerin,
dövüşü zulme karşı o,
ve istiklal ve hürriyet uğruna
ve milletleri kardeş sofrasına davet ederek,
ve yarin yanağından gayri her yerde,
her şeyde,
hep beraber
diyebilmek
için
yürüdü peşince Bedreddin'in.

Hapisten çıktım. Yıl 950. Belki bir çocuğum gelecek dünyaya. Babalık zanaatının ne kadar zor bir zanaat haline geldiğini ilk defa anlıyorum.

Yavrum,
kız olursa tepeden tırnağa anasına benzesin istiyorum,
oğlan olursa, boyu posu bana.
Kız olursa ela ela baksın,
oğlan olursa maviş maviş.
Yavrum,
Kız olsun oğlan olsun,
kaç yaşında olursa olsun,
yavrum düşmesin istiyorum hapislere
güzelden, haklıdan, barışan yana diye.
Fakat malum,
kızım yahut oğlum,
gecikirse suların ışıması
dövüşeceksin
ve hatta...
Yani haylice müşkül bir zanaatmış bizde bugün
babalık zanaatı da.

Yıl 955. Dört yıldır Moskova'dayım. Aklımda kaldığına göre katıldığım barış kurultaylarından birinde toplantı salonunda, atom bombasına karşı dört küçük şiir yazdım. Bunlardan birisi 'Ölü Kızcağız'.

Bugüne kadar dolaşıyor dünyayı
Övünüyor gibi mi geliyor ne
Değil
Dolaşan o küçücük Japon kızcağızı da
İnsanları atom harbine karşı savaşa çağırıyorsa
Çağırabiliyorsa
Ve insanlar onun incecik sesine kulak kabartıyorsa
O bu kuvvetini
Hiroşima'da bir kağıt parçası gibi
Yanıp kül olmak pahasına kazandı.

Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.

Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.

Saçlarım tutuşu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kağıt gibi yanan çocuk.

Çalıyorum kapınızı
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.

Sene 1963. Tanganika'ya gidiyorum. Memleketimin üstünden geçiyorum. On üç seneden beri memleketimi ilk defa görüyorum. 8000 metre yukarıda Anadolu'mun üstündeyim. 8000 metre derinde bulutlar altında, toprağımda kara kış. Köylerin çoktan kesiktir yolu. Her biri karlı çöllerle bir başınadır. Bulguru aşı yağsız, tezek dumanından göz gözü görmez. Bebeler ölür bitlenmeye bile vakit bulmadan. Ve ben uçarım 8000 metre yukarıda bulutların üstünde.
Bilmiyorum, vatanımın insanları başa olmak üzere, bütün insanlığa vermek istediğim hesabı verebildim mi? Sonra bütün bu hesap bir çeşit... övünmek olmadı mı? Yeryüzünde benden çok değerli şairler, barış, hürriyet ve milli bağımsızlık için, şair olarak yaptıkları savaşın hesabını elbette çok daha parlak verebilir. Sayın ve sevgili okuyucularım. Birkaç örnekle önünüze
çıktım, beni en büyük insanlık davasının ikisinde biraz olsun ödevini yapmış bir yurttaş sayarsanız bahtiyar olacağım.'

NOT:Bu yazı, Nazım Hikmet'in şiirini ve yaşamını özetlediği bir konuşmasıdır. Yeni Adımlar dergisinde (Ağustos '73) basılmış ve Asım Bezirci'nin inceleme-antolojisinde de yer almışır.


____________________
Zengin bir kalp yoksa , servet çirkin bir dilencidir


[tarihinde düzeltildi 11/1/2009 Saat 16:58 Yazar Rojin]

Bence68 - 12/11/2008 Saat 15:09

Bence68 tarafından yazılmışır.

Yazılış Tarihi: 21/1/2008 Saat 07:09

1902'de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova'da komünist üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim

kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin

hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir

otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ'dan Havana'ya

Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de
961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır

partimden koparmağa yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim

951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü

sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın

içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana

başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim

bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falıma baktırdığım oldu

yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye'mde Türkçemle yasak

kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filan olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir.

Nazım Hikmet RAN


____________________
İnsan sevincin ürünüdür. Kötülüklerin, karamsarlıkların ürünü olamazki...

Bu konunun yazarı : Dostsesi - Stimme der Freundschaft
http://www.dostsesi.com/forum

Bu sayfanın URL'u:
http://www.dostsesi.com/forum/modules.php?name=eBoards&file=viewthread&fid=534&tid=41