Rojin - 3/6/2009 Saat 15:18
Attila İlhan
"Yaşarken çektirdiler, şimdi doğumunu kutluyorlar"...
"Nazım Hikmet'in bir zamanlar durumunu anlatan bir mektup var benim elimde.
Annesi Celile Hanım'ın Müzehher Va-Nu'ya yazdığı bir mektup bu. Celile
Hanım, Nazım Hikmet'in cezaevinde intihar edebileceğini söylüyordu
mektupta. Şimdi bunu unutup Nazım Hikmet'in doğum yıldönümünü
kutluyorlar.
Ben Hazım Hikmet'i kurtarma kampanyasında Paris'te etkin olarak görev
yapmıştım. Nazım ağır hapis cezasını, komünizm propagandası yapmaktan
değil, Türk Hükümeti'ni yıkmaya teşebbüsten yemişti. Bu mümkün olamayacak,
akla bile gelmeyecek bir durum. Nazım Hikmet yaşarken ona o kadar
çektirdiler şimdi de kutluyorlar. Bu bir skandaldır. "
Hurriyetim
Rojin - 3/6/2009 Saat 15:19
Ataol Behramoğlu
'şair' Nazım Hikmet'i değerlendiriyor...
- Bir şair olarak Nazım Hikmet'in Türk ve dünya
şiiri içindeki yerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Nazım Hikmet, çağdaş Türk şiirinde en
önemli devrimi gerçekleşirmiş bir şairdir. Bu
devrim, şiirin teknik alanında "özgür koşuk" diye
adlandırılan bir yenilikçi harekettir. Kaynağında
hem Türk şiirinin 19'ncu yüzyıl sonlarındaki
gelişmeleri, hem Fransız "özgür koşuk" hareketi,
hem Rus modernizmi ve bütün bunların Nazım Hikmet
tarafından Türk dili temelinde gerçekleşirilmiş
sentezi söz konusudur.
Bu aynı zamanda şiir dilinin o güne kadar
kullanılmamış sözcüklerle zenginleşirilmesi,
yepyeni uyum, ses ögeleri kazanmasıdır.
İçerikte de yenilikçi bir şairdir. Yine çok az
ilgilenilmiş konular, temalar denebilir ki insan
yaşamının tüm alanları Nazım Hikmet'le
birlikte şiirin konusu durumuna gelmişir.
- Nazım Hikmet, devlet yönetimi tarafından önce inkar
edildi sonra birden bire ona ve şiirine sahip çıkılmaya
başlandı..
- Yaratıcılığının ilk dönemlerinde de
siyasi görüşleri nedeniyle, siyasal yönetimlerin
tepkisini çekmekle birlikte, özellikle sanat ortamında
çok popüler olmuşu. Dönemin bütün
sanatçılarının, her kuşaktan yazarların ve
şairlerin ilgisini ve hayranlığını
kazanmış bir şairdi. O yıllarda da
tutuklandığı, cezaevinde kaldığı oldu. Fakat
30'lu yıllarda gerginleşen dünya koşullarının
da Türkiye'de yarattığı gerici siyasal ortamda,
Nazım Hikmet bir tehdit olarak görülmeye başladı
yönetici çevrelerce. Bir iftira ve tuzak niteliği
taşıyan bir komplo girişim sonucunda tutuklanarak,
ağır hapis cezasına mahkum edildi. O dönemlerde
adının anılması bile yasaklanır duruma geldi.
1950'de af yasasından yararlanarak serbest
bırakıldıktan sonra yaşamına yönelik bir
başka komplo üzerine ülkeden ayrılmak zorunda
kaldı.
Yurtdışında bulunduğu yıllarda aleyhinde çok
çirkin kampanyalar yapıldı. Fakat 1960 sonrası
Türkiye'sinde şiirlerinin yeniden
yayınlanışıyla birlikte, büyük çaptaki
şair ve insan kimliğiyle yeniden ülkesinin okurlarıyla
buluşmuş oldu. Bugün bir ulusal kahraman gibi
algılanmaktadır. Fakat yönetici siyaset çevrelerinde
Nazım Hikmet düşmanlığının
tümüyle kalkmış olduğu söylenemez. Belki
şöyle özetleyebiliriz, Nazım Hikmet'in hem şair,
hem bir toplumal eylemci kimliğiyle nesnel olarak
değerlendirilmesi için yine de bir zaman geçmesi
gerekmektedir.
Fakat hiç kuşkusuz 100'ncü doğum yılının
Türkiye'de ve başka ülkelerde kutlanmakta oluşu dilimiz
ve edebiyatımız için hem büyük bir onur hem de
büyük şairimizin hak etmiş olduğu bir
başarıdır.
- Nazım Hikmet hala Tük vatandaşı değil, vasiyeti
de yerine gelmedi. Mezarı Moskova'da...
- Orada yaşamdan ayrıldı ve Türkiye Cumhuriyeti
yurttaşlığından da çıkarılmış
olduğu için Türkiye'ye getirilmesi sözkonusu
değildi o dönemde. Ama mutlaka ülkesinde olması gerekir
bu anıt mezarın. Er geç olacaktır bu.
- Sizce Nazım Hikmet'in gücü nedir? Bütün
yasaklamalara ve yoksaymalara karşın insanlar az ya da çok
onu ve şiirlerini tanıyorlar. özellikle son yıllarda
Nazım bir efsane haline geldi.
- Büyük bir şair olmak, büyük bir
sanatçı olmak kolay değildir. Eğer Nazım
büyük bir şair, bir dil ustası olmasaydı
kişisel yaşamı ya da toplumsal düşünceleri
ilgi de çekse de bu kadar karizmatik bir kişiliği
olamazdı. Herşeyden önce şairliğinin etkisidir
Nazım'ı bugünkü konumuna yükselten. Onun
yanısıra denebilir ki ele avuca sığmaz canlı
kişiliği ve özellikle de toplumsal alandaki eylemci ve
düşünür kimliğiyle cesareti tüm bunların
birarada oluşu, Nazım Hikmet efsanesini
yaratmışır. Ama bu efsane aynı ölçüde de
gerçektir.
Hurriyetim
Rojin - 3/6/2009 Saat 15:20
İbrahim Balaban
'Şair Baba'sını anlatıyor...
Türk resim sanatının yaşayan büyük
ustalarından biri olan İbrahim Balaban, 1937
yılının son günlerinde, henüz 16
yaşındayken cezaevine düşü. Altı ay hapis ve
üç ay da para cezasına çarptırılan Balaban,
para cezasını ödeyemeyince üç yıl cezaevinde
kaldı. Cezasının bitmesine çok az bir zaman kala
dört mahkumun saldırısına uğradı. Balaban,
daha sonra hasmını öldürdüğü için
yeniden cezaevine girdi. 1942 ile 45 ve 1948 ile 50 yılları
arasını Bursa Cezaevi'nde geçirdi. Resme yeteneği olan
ve sürekli resim yapan Balaban, Nazım Hikmet'le Bursa Cezaevi'nde
tanışı. Nazım'ın desteğiyle resim
çalışmalarını sürdürdü.
Balaban, kendisinden 20 yaş büyük olan ve 'Şair Baba'
diye çağırdığı Nazım Hikmet'le
geçirdiği günleri anlattı:
"Nazım Hikmet, hapispaneye ilk geldiği zaman herkes onun
hakkında bir şeyler söylüyordu. Bence söylenilen
hiç bir şey Nazım Hikmet'i tam olarak
yansıtmıyordu. Bütün mahpuslar, Nazım'ı
kendilerine göre anlatıyordu.
Mesela, Nazım'ın Yavuz Zırhlısı'nı
kaçırırken yakalandığını
söyleyenler vardı. Bazıları onu bu yüzden
büyük bir kahraman olarak görüyordu.
çünkü onlar, bu kadar büyük bir gemiyi ancak Don
Kişot gibi, Köroğlu gibi bir adamın
kaçırabileceğini düşünüyorlardı.
Mahkumların bir çoğu da Nazım Hikmet'i kötü
tanıyordu. Onlara göre Nazım Hikmet komünistti ve
komünizm kötü bir şeydi.
Ben de Nazım'ın neden içeri
düşüğünü sorduğumda komünist
olduğunu söylemişlerdi. Benim için önemli
değildi bu. Zaten o sıralar komünizmin ne olduğunu da
bilmiyordum. Bana komünizmin kötü bir şey olduğunu
söylediler. "Ayıp mıdır bunu konuşmak dedim"
ayıp olduğunu söylediler. Lugatlara bakarım o zaman
dedim, onlar bu sözcüğün anlamının lugatlarda
da olmadığını söylediler.
Bana kalırsa o dönemlerde Nazım Hikmet'in tek suçu
dünyaya gelmiş olmaktı. Ne yaparsa yapsın, onu
cezalandırıyorlardı. Oysa şimdi aradan bunca zaman
geçtikten sonra doğumunun 100'üncü yılı
kutlanıyor.
NAZIM DüNYAYA SIĞMIYORDU
İnsanların o dönemde Nazım Hikmet'ten korktuğunu
düşünüyorum. Korkuyorlardı, çünkü
Nazım Hikmet dünyaya sığmıyordu.
Yazdığı şiirler o kadar çok sevilip okunuyordu
ki... Bana kalırsa bu, iktidarı rahatsız etti ve Nazım
Hikmet'i içeri atmaktan başka çare bulamadılar. Herkes
bu güzel adama kendince bir çamur atıyordu. "öyleyse bu
çamurun içinde 28 yıl yatsın bakalım"
deniliyordu.
Ben de suçsuz yere cezaevine düşmüşüm.
Jandarma beni falakaya yatırıp suçu kabul ettirmişi.
öfkeden patlayacak haldeydim. Habire resim çiziyordum. Daha
çok da tüfek resimleri. Jandarmalardan ve hükümetten
intikam almayı düşünüyordum.
Ben bunları yapıp dururken mahkumlardan biri bana cezaevine bir
ressamın geldiğini, insanların yüzüne baka baka
resim yaptığını söyledi. Beni o adama
götürmesini istedim. "Olmaz" dedi. "Neden" diye sorunca da "Bu
adam komünist. Hem, eğer seni beğenirse resmini yapar" dedi.
Portresini yaptığı insanlardan kaç lira
aldığını sorunca da "Para almıyor, sadece boya
parası, 250 kuruş" dedi.
Sonunda beni Nazım Hikmet'in yanına götürdüler.
Resmimi yapmaya başladı. Aslında benim amacım resmimi
yaptırmak da değildi. Bir ressamın nasıl
çalışığını görmek istiyordum.
Nazım Hikmet, kalemi kaldırıp yüzüme
karşı önce dikey olarak, sonra yatay olarak tutuyordu.
Sonunda benim resmimi yaptı. Ben de onun nasıl
çalışığını izledim. Koğuşa
dönünce de bir mahkuma "Geç bakalım Ali Dayı"
dedim ve Nazım'dan gördüğüm yöntemle
adamın portresini çizmeye başladım.
Derken çete Hasan diye bir mahkum geldi. "Sen ne yapıyorsun,
resim yapmak için Nazım Hikmet'ten izin aldın mı" diye
sordu. " Bu hükümete karşı gelmiş adam, bir
dilekçe yazarsa seni Sinop Cezaevi'ne sürerler " dedi.
Sonra bir gün berberhanedeydim. Ekmek parası kazanmak için
berberlik yapıyordum. Nazım Hikmet girdi içeri. Herkes
ayağa kalktı. Ben aynanın önünde oturuyordum.
Arkamda dikildi "Merhaba İbrahim' dedi. Benim resmimi yapmak
istediğini söyledi. Ben "Zaten benim resmimi yaptın" deyince
onu beğenmediğini bir kez daha yapmak istediğini
söyledi.
Yaptırmak istemedim. "Neden" diye sorunca ben de resim
yaptığımı söyledim. "Yani böyle aynaya
bakarak kendi resmini yapabiliyor musun" diye sordu. "Tabi" yaparım
deyince "Benim resmimi de yapabilir misin" dedi. Ben de oturup onun resmini
çizmeye başladım. Hiç model gibi durmazdı.
Hareketliydi. Tam ben resmi çizerken kağıdı elimden
kapıp bakmaya başladı. Daha bitirmediğimi
söylememe karşın geri vermedi. Daha önce
çizdiğim resimleri de görmek istedi.
Nazım Hikmet bana akademi okuyup okumadığımı
sordu. Okumadığımı söyledim. "Peki ya lise" dedi.
Bu arada liseyi okumayan bir adamı Nazım Hikmet sevmez diye
düşünüp korkuyordum bir yandan da. "Peki ortaokul" diye
sorunca "Bizim köyde ortaokul yoktu" dedim.
Ayağa kalktı, beni öyle bir kucakladı ki. İkimizin
de gözlerinden yaşlar akıyordu o sırada. "Beni
çıraklığa kabul ediyor musun" diye sorunca "Sen beni
ustalığa kabul ediyor musun" diye cevapladı. O günden
sonra da resim çalışmalarını
hızlandırdık.
ONDAN AYRILMAK İSTEMEDİM
Bir ara benim İmralı'ya gitmem gerekti. İstemedim gitmeyi,
Nazım Hikmet'ten ayrılmak istemedim. Yarım kalmış
kültürümle ne yapabilirim diye
düşünüyordum. Nazım bana "Bu kadar aşkla,
şevkle çalışan bir delikanlı nereye giderse gitsin
kendine bir usta bulur" dedi.
- Sonuçta İmralı'ya gittiniz...
- İmralı'dan Bursa Cezaevi'ne döndüğüm zaman
ustam Şair Baba'ya kavuşmanın sevincini
yaşıyordum. Yeniden tablolar yapmaya başladım. Bu arada
Nazım Hikmet "Balaban, artık yağlı boyaya başla"
dedi. Bir gün oturup, düşünüyordum. Yanıma
geldi "Neden çalışmıyorsun" dedi.
"Düşünüyorum" deyince "Olmaz" dedi. "Hem resim
yapacaksın, hem düşüneceksin. Oturduğun yerde
düşünmekle bir şey yapılmaz" dedi.
Bu arada bir gün Hazım Hikmet gelip bana "Resim yapmayı
bırak artık dedi. Bana ders vereceğini söyledi.
Sosyoloji, ekonomi politik ve felsefe dersleri verdi bana. İki ay
böyle sürdürdük
çalışmalarımızı. Nazım anlatıyor,
ben dinliyordum. Sonra bana soruyordu anlattıklarından.
- Diğer mahkumlar Nazım Hikmet'e nasıl davranıyordu,
tavırları nasıldı?
- Nazım Hikmet'te mesafeli davranıyorlar.
çekiniyorlardı biraz ondan.
- Nasıl bir insandı genelde?
- Coşkulu, yerinde duramayan, hareketli bir adamdı.
- Ressam olmanız konusunda büyük desteği var.
- Evet. Nazım Hikmet'le röportaj yapmak için Ahmet Emin
Yalman falan geliyordu cezaevine. Nazım onlara benim
yaptığım tabloları da gösteriyordu. O ara Vatan
Gazetesi'nde 'Cezaevinde Yetişen Ressam' diye benden sözeden bir
haber çımkışı. Bana gerçekten de
büyük katkısı oldu. Ressam olmamı
sağladı. Bildiklerini öğretti, beni kültürle
donattı. Ama bana asla şunu şöyle yap, bunu böyle
yap demedi. Kendi yöntemimi bulmam konusunda beni serbest
bıraktı. Eğer aksini yapsaydı ben 'cüce'
kalırdım.
- O sırada evliydi Piraye ile...
- Evet evliydi. Ama ayrılmak üzereydi. çünkü
Münevver gelmişi. O sıralarda çok karamsardı
Şair Baba. Şiirleri Fransa'da, Yunanistan'da, Bulgaristan'da
yayınlanıyordu, serbest bırakılması için
kampanyalar yürütülüyordu. Ama o cezaevindeydi.
Münevver Yenge gelince neşelendi yine. Birden bire Piraye'den
boşanmaya karar verdiğini söyledi. Ama arada kararsız
kalıyordu. Münevver de evliydi ve çocuğu vardı. O
yüzden birden bire kocasından ayrılmak istemiyordu. Bu arada
Nazım Hikmet Piraye'ye de pişmanlık dolu mektuplar
yazıyordu. Bir keresinde Piraye'nin kendisini ziyarete geldiğini
tam ona sarılmak istediğinde onu ittiğini
anlatmışı bana.
İNTİHAR EDECEĞİM DEDİ
Bir gün çok perişandı Şair Baba.
Yatağına uzanmışı. "Balaban gel buraya" dedi. Bir
kutu hap vardı onları gösterdi. "İntihar edeceğim"
dedi. Şaşırdım. Ağlamaya başladım.
"üç yere mektup yazacağım. Sen de bunları
göndereceksin" dedi.
Hazırladığı mektup da şöyleydi:
"İnsanlar! Duyduk duymadık demeyin. İnsanlar! İyiyi ve
güzeli, çalışkan insanları ve baskı
altında tutulan aydınları savunmak için,
Türkçe konuşabilmek için silahımı
sıkıyorum. İnsanlar, beni kınamayın. Ne
yapayım, ölümü silah gibi kullanmaktan, kendimi
fişek yerine koymaktan başka. Biliyorum, kavganın en
kolayıdır, ama karşı koymanın son çaresi."
Bunu bana ezberletti. Avlunun ön kısmına
çıktık ben, bunu tekrar ediyordum ona. Avluda gezip dururken
ben de bir takım çareler düşünüyordum.
Konuşuyorduk. Bana namaz kılıp
kılmadığımı sordu, sonra da oruç tutup
tutmadığımı. Hayatımın bir döneminde,
cezaevine gelinceye kadar tuttuğumu söyledim. "Zor mudur" diye
sordu. Zor olmadığını söyledim. Anlatım ona.
"Ya ne güzelmiş oruç tutmak" dedi.
"Oruç tutmak!" dedi "Balaban, dur hele dur, aklıma bir şey
geldi. Ben açlık grevine gireceğim. Eğer serbest
bırakmazlarsa ölene kadar vazgeçmem."
Sonra bana şöyle dedi: "İyice bakacaksın,
öldüğümden emin olduktan sonra yazdığım
mektubu Başbakan'a, Cumhurbaşkanı'na ve Adalet
Bakanı'na göndereceksin."
Bu arada o açlık grevindeyken resmini çizmemi de istedi. Ne
kadar zamanda ne kadar zayıflayacağını görmek
istiyordu.
Açlık grevine başladıktan sonra onu İstanbul'a
götürdüler. Ondan sonra da uzun bir süre
mektuplaşık. Af oldu ve o da ben de
özgürlüğümüze kavuşuk.
Sonra resimlerimle beraber İstanbul'a gittim. Altı ay kadar
Nazım'la kaldım. Benim tablolarımı annesinin evinin
duvarlarına asıyordu. Eve gelenlere gösteriyordu.
- Nazım Hikmet'in kaçtığını nasıl
öğrendiniz?
- Nazım'ın kaçtığını ben Sivas'ta
askerdeyken öğrendim. Bir pazar günüydü. Gazetede
okudum. öyle çok üzüldüm ki... Kendimi rüyada
gibi hissettim. Sanki çok ağır bir hastalığa
yakalanmış gibiydim. İki arkadaşım koluma girip
beni birliğime kadar götürdüler.
Nazım Hikmet gerçekten de büyük bir adamdı. Beni
kültürle donattı ressamlığa yöneltti. Bir
güneşi ve ben o güneşin içinden doğdum.Bence
onun gibi insanlar bu dünyaya kolay kolay gelmez.
Hurriyetim
Rojin - 3/6/2009 Saat 15:21
Vedat Günyol
Vedat Günyol anlatıyor...
- Nazım Hikmet'i ilk kez ne zaman gördünüz, nasıl
tanışınız?
- Nazım Hikmet'le altı ay kadar süren bir dostluğumuz
oldu. Aslında onunla tanışmadan önce de peşine
düşmüşüm. Orhan Burian o dönemde
yayınlanan Yücel Dergisi'nde kimsenin yapmaya cesaret
edemediğini yapmış, onun 10- 15 tane şiirini arka
arkaya yayınlamışı. Onu tanımadan da ona
hayrandık. Dünyanın en ünlü şairlerinden
biriydi o dönemde.
Onu ilk kez Erkin Zırhlısı'nda görmüşüm.
Hapis cezasını çekiyordu. Geminin yargıcı Haluk
Şeyhsuvaroğlu aslında onu korumak için elinden geleni
yaptığını söylüyordu ama, Nazım o gemide
pislik içinde yaşıyordu. Bir keresinde ambarda yarı
beline kadar suyun içinde kalmış.
- Kısa süren bir dostluğunuz var...
- Nazım Hikmet, Peride Celal'in arkadaşı Münevver
Hanım'la dost olmuşu. Ben de o grubun içinde olduğum
için Nazım'la altı ay kadar bir dostluk
yaşadım.
Kaçmadan 15 gün önce pazar yerinde tesadüfen
karşılaşık. Yeni buzdolabı almışı
Nazım. Beni yemeğe çağırdı. Buz gibi domates
suyu ve külbastı yedik. Bundan 15 gün sonra da
kaçtığını duydum. önce çok
üzüldüm. Ama bir yandan da sevindim. çünkü o
yaşan sonra askerlik yaptırmak istiyorlardı ona.
- Sizin tanıdığınız Nazım Hikmet nasıl
bir insandı?
- Nazım çok alçakgönüllü bir insandı.
Büyük şairlik duygusuna kapılmış biri
değildi. Dost bir insandı, kim olursa olsun aynı gözle
bakardı. Herkese 'üstat' derdi.
Nazım Hikmet insan olarak yaman bir
insandı. Sıcak ve insanın içine işleyen bir
kişiliği vardı.
Hurriyetim
Rojin - 3/6/2009 Saat 15:21
Ressam Avni Arbaş
Ressam Avni Arbaş anlatıyor
"Nazım'ı ilk gördüğümde 15
yaşındaydım. O dönemde, Galatarasay'da her sene fuar
yapılırdı. Orada bir hoca vardı. Ressam. O da fuarda
bir pano almış, bir şeyler yapıyor, ben de yardım
ediyordum. Hava güneşliydi. Bahçedeydik, Yusuf Ziya da
vardı. O zamanlarda o çevrede gazetelerin büroları
vardı.
O sırada beyazlar giymiş, uzun boylu, sarı hatta
kızıl saçlı bir adam geldi. Hemen tanıdım.
Daha önce resimlerini görmüşüm
çünkü. Orada tanışmadık ama o onu ilk
görüşümdü.
Sonra aradan seneler geçti. Paris'teydim. 1958 senesiydi. Abidin Dino
aradı. "Nazım geldi" dedi. "Yarın Montparnasse'da bir kafede
bulaşacağız sen de gel". Eşimle birlikte gittik.
Beni gördüğünde sanki uzun süredir
görmediği bir dostuymuşum gibi kucaklaşık. O
sırada eşim Henriette'i Nazım'la
tanışırırken ona başımızdan geçen
bir olayı anlattım.
Picasso ile tanışığımızda Henriette
"Dünyada en çok tanışmak istediğim iki kişi
vardı biri sizsiniz (Picasso) biri de Charlie Chaplin demişi.
Henriette bunu söyledikten sonra Picasso " Ve Nazım Hikmet" diye
eklemişi.
Bunu anlatınca Nazım, kalkıp Henriette'in elini
öptü ve teşekkür etti. Nazım'a "Niye Henriette'e
teşekkür ediyorsun" diye sorunca da " Beni
düşündüğü için" diye cevap verdi.
Ben Nazım'a onu düşünenin Henriette değil Picasso
olduğunu söyleyince de epey gülmüşük.
"BUNLAR AVNİ ARBAŞ'IN ATLARI"
Bir sergi açmışık Paris'te. Benim orada Atlar diye bir
tablom vardı. Onu çok sevdi Nazım. Moskova'ya
döndüğünde bana bir mektup yazmışı. O
şiiri de yazmış. Şiirin
iyi olmadığını düşünmüş,
özür diliyordu. Eşine az rastlanır derecede
mütevazı bir insandı."
Hurriyetim
Tukenmez - 3/6/2009 Saat 20:12
Nazım Hikmet anıldı
ünlü şair için ölümünün 46.
yılında anma etkinliği düzenlendi.
ünlü şair Nazım Hikmet, ölümünün
46. yılında Antalya'da düzenlenen etkinlikle
anıldı.
Antalya Büyükşehir Belediyesi ile Nazım Hikmet
Kültür ve Sanat Vakfı'nın Antalya Kültür
Merkezi'nde (AKM) gerçekleşirdiği ''Nazım Hikmet 46.
Yılında ölümsüzlüğü
Yaşıyor'' etkinliğine, vatandaşlar büyük ilgi
gösterdi.
Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa
Akaydın, etkinlik öncesinde yaptığı
konuşmada, ortaokul, lise ve üniversite yıllarında
Nazım Hikmet dizelerini okuyarak
büyüdüğünü belirterek, Türkiye
Cumhuriyeti'nin 20. yüzyılda dünyaya 2 önemli isim
kazandırdığını, bunlardan birinin Mustafa Kemal
Atatürk diğerinin ise şair Nazım Hikmet olduğunu
söyledi.
Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı Başkanı
Rutkay Aziz de son aylarda merhum şaire ''iade-i itibarın''
gündeme geldiğini ifade ederek, ''Kimin itibarını kime
iade ediyorlarsa...'' dedi.
Kimi politikacıların kendi çıkarları için
konuşmalarında Nazım Hikmet'in dizelerini
kullandıklarını belirten Aziz, ''Bu topraklarda
bağımsızlık, özgürlük ve emekten yana
kim varsa, başa şair olmak üzere, her bir vatansever vatan
hainliğine devam ediyor'' diye konuşu.
Aziz, etkinliğin ardından gazetecilere yaptığı
açıklamada ise etkinliği İstanbul'da
yapacaklarını, ancak Antalya Büyükşehir Belediye
Başkanı Akaydın'ın önerisinin ardından
kararlarını değişirdiklerini söyledi.
Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı Başkan
Yardımcısı Tarık Akan da ilk kez vakıf
üyelerinin tamamının Antalya'ya geldiğini belirterek,
''İyi ki geldik, çok mutluyuz'' dedi.
Vakıf onursal başkanı Aydın Aybay ise
dünyanın Nazım Hikmet'i Türk şairi olarak
bildiğini, böyle bir şairin Türk
yurttaşlığı alması ya da almaması gibi bir
sorun olamayacağını kaydetti.
Nazım Hikmet'in mezarının Türkiye'ye getirilip
getirilmemesine ilişkin tartışmalara da değinen Aybay,
''Nazım'ın mezarı bütün dostlarının,
yurttaşların kalbindedir. Nazım, bir Türk şairidir
ve Türk yurttaşlarının kalbinde sonsuza kadar
yaşayacaktır'' diye konuşu.
Etkinlikte tiyatro sanatçıları Tilbe Saran, Cüneyt
Türel ve Altan Gördüm, şairin şiirlerini
seslendirirlerken, sanatçı Melike Demirağ da bir dinleti
sundu.
|