|
Junior Member Cevaplar: 8 kayıt olmuş: 10/1/2010 Durum: ÇevrimdışıCinsiyet:
|
|
Yazılış Tarihi: 19/2/2010 Saat 20:31 |
|
|
- Atatürk'ün içki içmesine en çok kim
müdahale ederdi? Mustafa Kemal'in yakın çevresinde bulunan asalaklar
kimlerdi? İşte bu ve buna benzer sorular, Atatürk'e en yakın birinin
kaleminden. Okudukça şaşıracaksınız, hayrete düşeceksiniz...
Cemal Granda… Atatürk’ün Uşağı… Hizmetine girdiği 3
Temmuz 1927'den, ölümü olan 10 Kasım 1938'e kadar Atatürk’ün yanından
hiç ayrılmadı. 12 yıl boyunca Atatürk’ün ünlü sofrasının konuklarını,
devlet başkanlarının ziyaretlerini, Atatürk’ün kederlerini,
sevinçlerini en yalın haliyle gözlemledi.
Sonra da bunları kaleme aldı.
Cemal Granda'nın anıları 1972 yılında Hürriyet tarafından basılmıştı. 33
yıldır yayınlanmayan anılar şimdi yayın hayatına yeni atılan Kristal
Yayınları tarafından okuyucuyla buluşuyor..
KİTAPTA NELER VAR NELER?
-Atatürk’ün, “Kemal” adını “Kamal” diye
değiştirdiğini biliyor muydunuz?
-Tüm yurt gezilerinde her türlü masrafı kendi cebinden ödediğini biliyor
muydunuz?
-Atatürk, bir gece sofrada dostlarıyla sohbet ederken hizmetlilere dönüp
neden “Bütün elbiselerimi yakın” emrini vermişti?
-Atatürk Dr. Reşit Galip’e neden kafatası ölçüsünü aldırdı?
Ata’nın kafatası ölçüsü kaç çıktı?
-Nutku hazırlarken üç gün üç gece uyumadan çalıştığını biliyor muydunuz?
-Kendisini çok kızdıran Dr. Reşit Galip’i sofrayı terk etmeye davet
eden Atatürk, Reşit Galip bunu reddedince ne yapmıştı?
-Resmiyetten sıkılan Atatürk, bir gece yarısı Dolmabahçe Sarayı’ndan
gizlice dışarı çıkınca İstanbul Valisi sabaha karşı onu nerede bulmuştu?
-Atatürk bir gün neden “Biz de bir zamanlar marifetmiş gibi
evlenmiştik” demişti?
-Neden İsmet İnönü’nün çocuklarına mirasından ödenek bırakmıştı?
-Milli Eğitim Bakanı atadığını bildirdiği akşam, Dr. Reşit Galip’i
neden iki askerle güreş tutmaya zorlamıştı?
-Mareşal Voroşilov’un Türkiye ziyaretinde, Cumhuriyet Halk Fırkası
Genel Sekreteri Recep Peker’i Stalin’in muadili sanması,
Peker’in başını nasıl yedi?
-Atatürk, bir gece iddia üzerine tabancasını çekip köşkteki avizelerin
ampullerini nasıl vurdu?
-Atatürk, sofra sohbeti sabaha dek uzayınca manevi kızı Zehra’ya
nasıl sabah ezanı okuttu?
-Uşağının diğer hizmetlilere şakayla “Selanik’ten çıksa çıksa
Yahudi çıkar” dediğini duyan Atatürk, akşam sofrada buna ne karşılık
verdi?
-Yakın arkadaşı ve koruması Recep Zühtü metresini vurunca Atatürk ne
yaptı?
-Uşağının ev alırken tapuda rüşvet vermek zorunda kaldığını duyan Atatürk
nasıl tepki verdi?
-İstanbul Valisi Üstündağ ekmeğe zam yaptığını haber verince nasıl küplere
bindi?
-Nazım Hikmet hapisteyken köşkteki gramofonda plağı çalınca Atatürk şair
hakkında neler söyledi?
-Masonluğu kaldıran Atatürk, gençlik yıllarında kendisinin de mason
olduğunu nasıl anlattı?
-İngiltere Kralı 8. Edward’ın, Türkiye ziyaretine birlikte geldiği
Madam Simpson yüzünden tahtı terk edeceğini Atatürk nasıl tahmin
etmişti?
Elinizden bırakamayacak, bir solukta okuyacak, Atatürk’ü daha
yakından ve içimizden biri olarak tanıyacaksınız…
İŞTE ANILARDAN BİR DEMET
Kitapta yeralan anılan çok ilginç. İşte bu anılardan bir demet...
...Yalnız bir gece Kazım Özalp’in evinde tam yirmi sekiz kadeh
kokteyl içtiğini hatırlarım. Bunun adı Napoleon Kokteyli idi. Bir miktar
cin, bir miktar vermut, bir miktarda Seribrandi likörü ile yapılıyordu.
Bunların dışında alıştığı içkiyi değiştirmemiştir.
Her gece içen Atatürk, gündüzleri alkol kullanmaz, yalnız çok sıcak
günlerde bir iki bardaktan fazla olmamak üzere bira içerdi. Bu yüzden kimse
Atatürk’e gündüzleri içki içmek için ısrar etmez, en koyu alışkanlar
bile akşamın olmasını iple çekerdi. Büyükdere gezisi o ender gecelerden
birine rastlamış ve halkın gösterisi karşısında coşan Atatürk, içki faslını
farkında olmayarak sabaha dek sürdürmüştü.
ÇEVRESİNDEKİ ASALAKLAR
Atatürk’ün sofracısı olduğum için çok temiz giyiniyordum. Elbisem her
zaman ütülü, beyaz gömleğim kolalı, iskarpinlerim rugandı. Davetlilerden
birçoğu şıklığımı kıskanır ve giyimimi benzetmeye yeltenirlerdi. O zaman
birçok bakan ve milletvekili bile papyonlarını bana bağlatırlardı. Umumi
kâtip Hasan Rıza Soyak, Rize milletvekili Hasan Cavit, özel kalem memuru
Lütfi Bey, giyim devrimine kendilerini uydurmaya çalışanlar arasındaydı.
Cumhuriyet yeni kurulmuştu. Çok kimse giyim devrimini kavrayamamış ya da
henüz benimseyememişti. Aralarında talihsiz, cahil olanlar da vardı. Fakat
kısa zamanda yaşadıkları ortama uymasını biliyor, en centilmen diplomattan
daha centilmen kesiliyorlardı.
Bunların bazıları okuma yazma bile bilmedikleri halde evlerine çok büyük
kitaplıklar yaptırmışlardı. Örneğin Atatürk, bir atlas ya da kitap aradığı
zaman, kitaplıktan biz gider, bunları çıkarırdık. Atatürk’e onlar
kendileri bulmuş gibi götürüp verirlerdi. İçlerinde çok zekileri de vardı.
Atatürk her hangi bir emir verse, onlar bunu istedikleri şekle sokar,
kendilerine işten pay çıkarırlardı. Oysa bu işleri zavallı memurlar uşaklar
görür, hazıra onlar konar, her zaman her yerde parsayı onlar toplardı. Her
zaman gezilere onlar gider, hepsi birer silahşor kesilirlerdi.
Fakat bütün bunlar Atatürk’ün hiç gözünden kaçmaz, onları inceden
inceye alaya alır, bazen karşılık veremeyecekleri bir soru yağmuruna tutar,
karşısında nasıl ecel terleri döktüklerini hazla seyrederdi. Dalkavuklara,
laf ebeliği yapanlara çok kızardı. Çok geçmeden bir punduna getirerek,
yaptıklarının acısını onlardan çıkarmasını bilirdi.
Hırpalayacağı, ya da alaya alacağı kimseleri sık sık sınava çekişine
tanıklık etmişimdir.
Atatürk’ün şaşırtıcı soruları ve mantık oyunları karşısında bunların
dökülüşleri görülecek şeydi. Zaten O’nun sorularına tam cevap verecek
adam az bulunurdu. Hepsi birer zekâ oyununa dayanıyordu. Kimse altından
kalkamazdı.
İÇKİSİNE KARIŞANLAR
Atatürk’ün içki içmesine karşı olanların başında umumi kâtip Yusuf
Hikmet Bayur geliyordu. Bayur- her halde Atatürk’ü hepimizden çok
sevdiğinden olacak-O’nu içkisinden caydırmak için türlü bahaneler
bulur, fakat hiç birini başaramazdı.
Atatürk çok içmezdi. İçtiği zamanda içmesini bilirdi. Acele etmezdi,
konuşarak, sohbet ederek, yavaş yavaş içmeyi severdi. Ölçüyü kaçırmazdı.
Sarhoş olduğunu bir kez bile görmedim. Taşkın bir hareketine
rastlamadım.
Böyle olduğu halde Hikmet Bayur’la aralarında sık sık tartışmalara
tanık olurdum. Hemen her sabah tekrarlanan bu tartışmalardan Bayur’un
yenilgiye uğradığını üzülerek görürdüm.
Hikmet Bayur, erken saatlerde Atatürk’e gelir, o günkü ajans
bültenlerini getirir ve kendisinden emir alırdı. Atatürk’ün yorgun
halini gören Bayur dayanamaz:
-‘‘ Paşam, yine renginiz yerinde değil, çok yorgun ve
bitkinsiniz. Şu içkiyi bu kadar içmeseniz daha iyi
olur.’’derdi.
Bu karışmaya Atatürk’ün canı sıkılır ama hiç belli etmemeye
çalışarak:
-‘‘A Hikmet Bey, ben rakıyı şimdi değil, daha Harbiye
talebesiyken içerdim. Bugüne kadar da hiç zararını
görmedim,’’diye karşılık verirdi. Bayur bunun da altında
kalmazdı:
-‘‘ Muhterem Paşam, bu gün belki zararını görmediğinizi
sanırsınız, fakat yarın göreceksiniz. Siz bu memlekete lazımsınız.
Kendinize acımıyorsanız bari bu millete acıyın. Bu millet sizin
varlığınızla vardır. Ne olur şu içkiyi az için.’’
Atatürk bu sözleri hep gülümseyerek karşıladı. O da Hikmet Bayur’un
içinde bir kötülük olmadığını, kendisini herkesten çok sevdiğini biliyordu.
Fakat bir gün canına tak demiş olacak ki, Hikmet Bayur yine içkiyi
kötüleyen konferansına başladığı sırada birden bire sözü başka yana
çevirerek:
-‘‘ Bu günkü işler arasında neler var bakalım?’’
diye sordu.
Atatürk o an yine sinirlendiğini belli etmemişti ama kararını vermişti. Bu
içki aleyhtarı konferanslara artık bir son verecekti. Üç gün sonra mesele
anlaşıldı. Akşam sofrada Atatürk, Hikmet Bayur’la beraber hepimizi
şaşırtan şu haberi veriyordu:
-‘‘ Hikmet Bey, seni Kabil’e sefir yapalım. Git, oraları
gör; hatta gerekirse Hindistan’a kadar git. Oralar hakkında bilgi
edin. Oku, öğren ve ilim getir. Bize bu yolda faydalı
ol,’’dedi.
Bu suretle Hikmet Bayur’un Kabil büyükelçiliğine atanma emri verilmiş
oluyordu. Hikmet Bayur hareketinden önce veda için Köşke geldi. Atatürk,
onu salonda ayağa kalkarak karşıladı. Giderken de kapıya kadar elini omzuna
koyarak uğurladı. Bayur birkaç gün sonra ayrılarak Kabil’e gitti.
Bana öyle geliyor ki, bu atanma, Bayur’un yurda hizmet kaygısı,
yalansız olarak Atatürk’e içki içmemesi öğüdü ve içmesine engel olma
hareketinden ileri geliyordu. O Hikmet Bayur ki, sevgisini, saygısını hiç
eksik etmediği Büyük Adama ‘İçme Paşam’ sözünü ilk
söyleyebilmek cesaretini göstermiş, fakat bunu çok sevdiği Atatürk’ün
yanından uzaklaştırılmak cezasıyla ödemişti. Nitekim Hikmet Bayur haklı
çıkmış, Atatürk de sonunda içkinin fenalığını anlamış, fakat iş işten
geçmişti.
ARMSTRONG AZ BİLE YAZMIŞ
Armstrong ADLI BİR YAZAR Atatürk hakkında yazdığı bir kitapta, O’nun
içki âlemlerine de değinerek olumsuz ve yakışıksız yüklemelerde
bulunuyordu. Hükümet o zaman bu nedenle kitabın yurda sokulmasını
yasaklayan bir karar bile almıştı. Bir sabah Çankaya Köşkü’nün
salonunda Atatürk kahvesini içerken, Hikmet Bayur, elinde bir kitapla
geldi. Bayur, o dönemde Cumhurbaşkanlığı umumi kâtibiydi. Atatürk’e
Hikmet Bayur’un geldiğini haber verdik. Atatürk’ün karşısına
ilişen Hikmet Bayur’un halinde bir tuhaflık sezinlemiştik.
Atatürk’e çok önemli bir meseleyi söylemekle söylememek arasında
duraksadığı anlaşılıyordu.
Atatürk, bakışlarıyla kitabı işaret ederek:
-‘‘ Okuyun bakalım Hikmet Bey. Bakalım ne
yazmış?’’dedi.
Anlaşılan Atatürk’ün, Hikmet Bayur’un elindeki kitaptan önceden
haberi vardı.
Hikmet Bayur çok güzel İngilizce bilirdi. Sadece İngilizce konuşmakla
kalmaz, İngiliz edebiyatı hakkında da geniş bir bilgiye sahipti. Hemen
İngilizce kitabı açıp, çeviri yapar gibi değil de, sanki Türkçe yazılmış
bir kitabı okumanın rahatlığı içinde Türkçe okumaya başladı.
Atatürk’ü bazen kaşları çatılarak, bazen hayret belirtisiyle Hikmet
Bayur’u dikkatle dinliyordu.
Armstrong, Atatürk’ün içki âlemlerini oldukça ağır sözcüklerle
anlatıyor, fakat buna ilişkin bölümün sonunda, ‘Böyle olduğu halde
yurdunu ve ulusunu ilgilendiren her hangi bir olay çıktı mı, hemen içkiyi
ve eğlenceyi bir yana bırakıp, aslan gibi kükreyerek pençesini o olayın
üzerine atmasını bilir,’ demekten de kendini alamıyordu.
Atatürk, kitabın burasında söze karıştı. Biz, kızacak,’ Kapat şu
kitabı, yeter. Halt etmiş bunları yazmakla!’ diye bağıracağını sanıp
korkmuştuk. Oysa Hikmet Bayur’a şöyle dedi:
-‘‘ Bu kitabın yurda sokulmasını yasaklamakla Hükümet hataya
düşmüştür. Bu zat bizim yaşadığımız safahatı eksik bile yazmış. Bu
eksikliği ben tamamlayayım da, kitaba eklensin, memleket de kitabı
okusun’’
Sonra Hikmet Bayur, yeniden kitabı kaldığı yerden okumaya başladı. Atatürk,
yine büyük bir dikkatle dinliyordu. Bir başka bölüme geçilmişti. Hikmet
Bayur’un birkaç sayfa atladığını fark eden Atatürk:
-‘‘ Ne var ki o kısımda, sayfaları atladınız?’’
diye sordu. Hikmet Bayur, çekingenlik içinde: ‘paşam, izin verirseniz
burasını okumadan geçeyim’ dedi.
Atatürk iyice meraklanmıştı:
-‘‘ Nedir yahu, bu atlamak istediğiniz? Adam ne söylemiş, ne
yazmışsa hepsini bilelim. Okumaya devam…’
Atatürk okutmakta ısrar, Bayur okumamakta inat ediyorlar, aralarında sessiz
bir çkişme geçiyordu. Atatürk sonunda biraz sertçe:
-‘‘ Ne diyor bu adam bizim için? Hakaret mi ediyor? Hayvan mı
diyor?’ diye sordu.
Hikmet Bayur bu sözler üzerine iyice şaşırdı. Cümleleri kekelemeye başladı.
Artık kaçamak yol
kalmamıştı onun için. Okumaktan başka çaresi yoktu.
-‘‘ Paşam,’’ dedi.’’ Sizin
Kastamonu’da şapkayı başınıza ilk giydiğinizi anlatırken ağır
kelimler kullanmış.’’
Atatürk, Armstrong’un bu sözlerine kızmak şöyle dursun, neşelenmişti
bile.
-‘‘ insanlara bazen hayvan sıfatları takar, aslan gibi deriz.
Bu da onun gibi. Canı istemiş, böyle düşünmüş bizi. Neyse fena değil.
Haydi, okuyun, daha neler var içinde bakalım? Bayağı eğlenceli
kitap,’’ dedi.
Atatürk’ün ne büyük hoşgörü sahibi olduğunu o gün bir kez daha
anlamıştım. Büyük bir olgunluk içinde olayların ışığı altında kendi değer
ölçülerini, görüşünü, geçmiş olayların ışığı altında kendi değer ölçülerine
vurarak kıyaslıyordu.
UYKU DÜŞMANI
Atatürk uykuyu sevmezdi. Uyanık geçirdiği zaman, uykuda geçirdiğinden çok
fazladır. Bir insan yaşamına sığdırılamayacak gibi imkânsız görünen büyük
işleri başarısı, bu yüzden kolay olmuştur.
Atatürk, yirmi dört saatlik yaşantısının hiçbir zaman bir programa
sığdırmak istememiş, ani kararlarla o anda aklına gelen şeyi yapıvermiştir.
Savaştan ve Cumhuriyet’in kurulmasından sonra da memleket işleri
yoluna girdiği dönemde de, sınırlı bir yaşamın içine girmemiştir. Daima
dinç ve uyanık tutmaya çalıştığı asap ve enerjisi de O’nu
uyutmazdı.
Atatürk’ün yaradılışı da, çerçeveli bir yaşama girmesine engel
olmuştur. Gerek Çankaya’da, gerekse Dolma bahçe’de oturdu
sıralar, gezilerinde, halk arasına serbestçe girip çıkmasında belirli bir
program uygulamamıştır. Uykunun dostu değil, adeta düşmanıydı diyebilirim.
Ünlü ‘Sofa’sı bu nedenle sabahlara dek sürer, davetliler birer
ikişer çekilip gider, O ise sabah güneşini görmeden yatağına girmez
uyumazdı.
Bir gece sabaha karşı, sofradakiler dağıldıktan sonra kendisine yatması
için adeta yalvaran Başyaver Cevat Abbas Gürer’e, uykuda geçirdiği
zamana acıdığını söyleyerek şöyle demişti:
-‘‘ Hayat pek kısa. Çocukluk ve mektep hayatı bir kısmını alıp
götürüyor. Geriye kalanını da uyku yarıya indiriyor. Uykusuzluğu giderecek
ve vücuda gerekli dinlenme gıdasını verecek komprimeler icat olsa ne iyi
olurdu. Fakat bir gün bu da olacaktır. Nitekim tıp ilimi, kimya, uyutmak
için çok güzel ilaçlar yapmaya başlamıştır.’’
Atatürk’ün uykuya karşı bu alerjisi, askerlik döneminden kalmış.
Çanakkale’den beri yaverliğini yapan Cevat Abbas şöyle anlatırdı:
-‘‘ Atatürk muharebe sahalarında katiyen uyumazdı. Siper
muharebelerinde de tetik yatmak kaydıyla seyyar karyola elbiseyle uzanır,
bir gözü açık, bir gözü kapalı uyurdu. Tabii buna uymak denirse. Kafkas
Cephesinde Buğlan Gidiği muharebelerine yetişmek için otuz altı saat hayvan
sırtından inmeden yürüyüş yapmış ve iki gün hiç gözünü kırpmamıştır. O acı
mütareke günlerinde uykusuzluğu sürekli olan Atatürk, 19 Mayıs
1919’da Samsun’a ayak basışından Lozan Barışının imzasına dek
gece uykusu görmedi diyebilirim.’’
UYKUSUZLUK REKORU
Atatürk için ‘içkiyi bırakamaz’ diyenler, acaba bir gün gelip
aldanacaklarını hiç düşünmemişler midir? O’na içkiyi bıraktırmak
isteyenler, o zaman kim bilir nasıl şaşırmışlardır. Evet, bu kadar içki
kullanan ve ondan ayrılmaz görünen adam, üç ay hiç rakı içmeden
durabiliyor.
Atatürk hiç Kimsede bulunmayan büyük bir irade gücüne sahipti. Eğlenmesini
de, içmesini de, çalışmasını da çok iyi bilirdi. Büyük Nutku’nu
yazarken ben bunun tanığı oldum. Akşamları yine sofraya kuruluyor, herkes
karşısında yiyor, içiyor; fakat O, ağzına bir damla bile içki koymuyordu.
Hatta yemek yerken herkesin içişini gülümsemeyle seyredişi hala gözümün
önündedir. Oysa ben, içkiye alışkın insanların bir gün bile içmeden
duramayacaklarını sanırdım. Atatürk’ün tam üç ay kendi isteğiyle
içkiye boykotuna benimle birlikte tüm çevresindekiler de şaşıp kalmışlardı.
Bu da O’nun görev aşkını ve sorumluluğunu, alışkanlıklarının ve
beğenilerinin de üstünde tuttuğunun en güzel örneklerinden biridir.
Atatürk’ün sevdiği ve güvendiği insanlardan otuz beş yıllık arkadaşı
İzmit milletvekili Süreyya Yiğit, bir anısında şunları yazmıştı:
-‘‘ Atatürk, büyük işler hazırlarken asla alkole ilgi
göstermezdi. Nitekim Erzurum’dayken biz içerdik. O içki teklifimizi
kabul etmez, kahve içmekle yetinirdi. Korkunç derecede bir irade gücü
vardı. İçkiyi irade zaafından değil, düpedüz sarhoş olmak için
içerdi.’’
Çankaya Köşkü’nde Büyük Nutku’nu hazırlarken hiç içki içmediği
gibi, kırk sekiz saat hiç gözünü kırpmadan yazı dikte ettirişini de
hatırlarım. Öyle ki, yazı yazmaktan yorulan değişiyor, fakat O, binlerce
belge arasından ayırdığı notlarıyla büyük eserini tamamlamak için uykusunu
bile vermekten çekinmiyordu. Böyle zamanlarda, yazdıklarını sofrada
arkadaşlarına okutur, sonra yine eski köşkün çalışma odasına geçer, kâh
oturarak, kâh ayakta çalışmalarını sürdürürdü. Nutuk, çalışmanın, insan
gücünün nasıl üstüne çıkışını gösterdiği için, ayrı bir önem de
taşımaktadır.
Atatürk’ün hiç uyumadan üç gün durabildiğini de, görmüş ve gözlerime
inanamamıştım. Cephe de değildik, savaş da yoktu. Uykusuzluğu gerektirecek
önemli bir olayla da karşı karşıya bulunmuyorduk. Fakat O, bir işe, ama
ciddi bir işe başladı mı, onun sonunun geldiğini görmeden asla rahat
edemezdi.
Atatürk, çalışmaları sırasında yer ve zaman öğeleriyle ilgili değildi.
Nerede ve hangi şartlar altında olursa olsun, yurt çıkarlarını kapsayan bir
görev belirdi mi, onu yerine getirmeye çalışırdı. Gezileri sırasında
trende, ya da otomobil içinde evrak açtırarak çalıştığı çoktur. En keyifli
eğlene anında sofrada bile karşısında görevlilerden birini gördü mü,
sohbeti, konuşmayı hemen yarıda keser, ‘Beni mi istiyorsunuz?’
diye kalkıp giderdi. Ülke işlerini her şeyin üstünde tutardı. Eline aldığı
herhangi bir işi de yarım bırakmaz, bitirmeden rahat edemezdi. Bazen hiç
durmadan okuduğu, kırk sekiz saat aralıksız çalıştığı da olmuştur. Çankaya
Köşkünde eline geçirdiği bir tarih kitabını bitirmek için iki gün, iki gece
hiç yatağa girmemiş, şezlongda dinlenmekle yetinmişti. Yalnız kaldığı, ya
da okuduğu zamanlar masaya pek iltifat etmez, koltuğa bağdaş kurup oturmayı
daha çok severdi.
Tarihle uğraştığı sıralarda. Atatürk içerde çalışıyor, ben kapıda oturmuş
bekliyordum. Ara sıra uyumamak için banyoya girip, yüzüme su vuruyor, sonra
anahtar deliğine gözümü uydurup, bir post üzerinde yüzükoyun uzanıp Nutku
hazırlayan Atatürk’ü gözetliyordum. Saat sabahın beşine geliyordu.
Uykumu dağıtmak için elime bir kitap almıştım. Adı ‘İzmir’in
İşgali’ idi. Çok meraklı olan bu kitaba kendimi kaptırdığım halde,
tüm uğraşım boşa gitmiş, şafak sökerken dayanamamış, yorgunluğun etkisiyle
uyuya kalmışım.
Bu sırada Atatürk zile basmış, fakat ben koltukta derin bir uykuya daldığım
için uyanamamışım. Zille uyandıramayınca, kendisi çağırmak zorunda kalmış.
Bir de baktım ki, kapıyı aralamış:
-‘‘Çelebi, Çelebi.’’ Diye sesleniyor.
Hemen yerimden fırladım:
-‘‘Paşam. Emriniz…’’ diyebildim.
Ama bendeki korkuyu varın siz hesap edin. Bağıracak, parlayacak diye ödüm
kopuyordu. Ellerimi önüme kavuşturmuş, bekliyordum. Fakat nedense kızmadı.
Gayet sakin yüzüme bakarak:
-‘‘ Bana bir kahve getiriniz,’’dedi.
Söyleyecek hiçbir şey kalmamıştı. Sadece kekeleyerek,
-Paşam, uymadım. Kitap okurken içim geçmiş.’’diyebildim.
Gidip arkadaşları kaldırdım. Hizmeti devrettim ve yatmaya gittim.
Akşam nöbet sırası yine bana gelmişti. Üçüncü gecedir ki, Atatürk gözünü
kırpmıyordu. Kütüphanede yere serili bir postun üstüne uzanıyor ve
çalışıyordu. Notların arasına gömülmüştü. Yerler tarih kitaplarıyla
doluydu. Sadece duş yapıyor, kurulanıp tekrar odaya kapanıyordu. Yemeği
bile kütüphaneye getiriyorduk. Yüzü hafif süzülmüş gibi geldi bana.
Çankaya Köşkü’nde sofra kuruldu. Bu on altı kişilik bir sofraydı.
Konuklar gelerek yerlerini aldılar. Sabah ki uyku olayını unutmuştum bile.
Tam içki faslı başladığı zaman, konuklara dönerek:
-‘‘ Bu çocuk dün gece sabaha kadar beni
bekledi,’’dedi.
Birden koltuklarım kabardı, önüme baktım. Konuklar bana biraz da
kıskançlıkla bakarken Atatürk:
-‘‘ Öyle ama sabaha karşı uyuyarak beklemiş,’’
demez mi?
Sonra ‘‘Senin uykusuzluğa tahammülün yok’’ diye
alay etmeye başladı. Canım çok sıkılmıştı. Önceleri ‘Çelebi işini
bilir Paşam,’ diye beni öven konuklar da hep birden gülmeye
başladıklarından utanç içinde kıvranıyordum. İçimden kendi kendime nasıl da
kızıyordum. Saat sabahın beşine kadar uyuma da, ondan sonra uyu.
Bu olay bana ders oldu. Atatürk’ün o tarihten sonra üç gün süren
büyük uykusuzluk geçirdiğini hatırlamıyorum. Fakat geç saatlere dek kaldığı
vakitler de bütün dikkatimi kullanarak uykuyu aklıma bile getirmemeye
çalışmışımdır. O birkaç dakikalık uyku, bende unutulmaz bir anı bıraktı.
Büyük adama hizmetin zor olduğunu bir kez daha anlamış oldum.
-Alıntıdır-
____________________ "Bu Millet tarihte Türktü, halende Türktür ve ebediyen Türk olarak
yasayacaktır.."
|
|
Site kurucusu Cevaplar: 3 kayıt olmuş: 29/4/2004 Durum: ÇevrimdışıCinsiyet:
|
|
Yazılış Tarihi: 4/1/2011 Saat 16:43 |
|
|
Basarili insanlarin yaninda hep yalaklar olur
Tek o yalaklar Mustafa Kemal Atatürk gölge düsüremez.
Cihana gelen en ender lider lerin basi ceken dir
Mustafa Kemal Atatürk
uyan atam uyan senin yolunda cayanin sonu yok atam ____________________ !! Dost Dost dedik nicesine sarildim Sadik Dost Kara toprakmis !!
|
|
|
0,044 saniye - 23 queries
|
Happy Birthday |
Bugün hiçbir kullanıcımızın doğumgünü yok! |
üye Puani |
- Rojin: 10 976 Puanlar
- asliyok: 4 432 Puanlar
- HarmanYeli: 4 396 Puanlar
- KizilZora: 2 048 Puanlar
- life23: 1 675 Puanlar
- gokkiz: 1 657 Puanlar
- BirNefes: 1 048 Puanlar
- Erasmus: 984 Puanlar
- -Pozan-: 785 Puanlar
- Siyahinci: 623 Puanlar
|
|